17 Mayıs 2013 Cuma

lisenin ilk günü


Lisenin ilk günü. önceleri liseyi o kadar abartmışlardı ki bambaşka bir dünyaya gideceğimi sanmıştım. çünkü ben yaşça büyük abilerin yanında büyüdüğüm için hayatım onların lise anılarını dinleyip "vay anasını olaya bak" diyerek geçirdiğimden çok fazla beklentiyle gitmiştim. sonraları hep "siz tabii yapmayın, iyi bişey değil" deselerde içimde her zaman ukte kalırdı. bu heyecanla girdim yatağa. yarın liseye başlayacağım. liseye.. hani o her boktan çıkan "liseli kızlar, liseli kız resimleri" reklamlarını görünce liseyi insan çıplaklar kampı sanıyo. "abi yukarı katta yiyişirdik şöyle olurdu böyle yapardık kızı eve götürdüm.." bu cümleleri hep duyardım ve inanılmaz tetikledi beni liseyi seks cenneti sanıyodum.

neyse o gece uyuyamadım " her zaman olduğu gibi ".. ne zaman ertesi gün kan verecek,okula başlayacak,yola çıkacak, karne alacak olsam uyuyamazdım. bu gelenek o gece de değişmedi. sabaha kadar dönüp durdum sabahı ettim. kalktım. uzun zamandır okul pantolonu giymemenin verdiği rahatsızlık vardı.  babamın oğlum kravatını yukarı çek ısrarına rağmen yine bildiğimi yaptım. liseliyim lan ben. sen kimsin ki. çılgınım ben. büyüdüm artık ben.. ne kravatı.

babam beni okula bıraktı yanımda nedense annem de vardı. sanki ilkokula başlıyoruz niye geldin be kadın. bir ara ben ağlarken akan sümüğümü başımı tutup hınkırtarak silerken ağlama oğlum diyecek diye çok korktum. okulda boyuma uygun tek bayandı annem. bana hala öğütler vermeyi ihmal etmiyordu. "oğlum bak müdürün senin baş yardımcındır.." diye başladı. ben anneme kafa sallayıp etrafta kız kesmeye başladım. çünkü bilenler bilir. okulun ilk günü o gözlerin doyması lazım. bir tek ilk gün adam gibi geliyolar diğer günler koyveriyorlar. olabildiğince hafızama kız kaydetme peşindeydim. bu arada annem beni bırakmıyor nasihatlarına devam ediyordu. zil çalınca yeni başlayanlar hemen belli oldu. panik dipten dibe vurmaya başladı. koca okulun bahçesinde saatlerce döndürülüp sonra serbest bırakılan bebek misali anlamsızca dönmeye başladık.  10. sınıflar için sorun yoktu. annem beni kalabalığa doğru saldı. hadi git hadi hadi...

müdür eline mikrofon alıp "dokuzuncu sınıflar  şöyle gelin. evladım. oğlum kızım. sol diyorum yavrum solun neresi senin.." gavat ilk günden disiplini göstermeye çalışıyor. ulan biz zaten zor atmışız oraya kendimizi gözümüz kız arıyor deli gibi bi de seni mi dinleyeceğiz. geçtim bir sıraya duruyorum. kuul davranma çabasının sınırındayım. az daha kuul olursam boşluğa düşecem artık. sonuçta lise burası. lise erkekler için genelde cinsel bir anlam taşır. nedenini bilmiyorum ama öyledir yani. bunu erkeklerin yüzünden de okuyorum zaten. kimse kendine bakmıyo kızlara bakıyo. önce kendinize bakın aminor. hala 21.yüzyılda beyaz çorap giyip okula salınmışsınız size mi bakacaklar.

şimdi burada erkeklerin itin götüne sokup kızları yücelterek "lan aynı lisedeyiz belki birkaç kız tavlarım" demeyeceğim. kızlarda alıp başını gitmiş bir göt kalkması. ne var lan bu kadar. tamam erken olgunlaştınızda bu kadar da hava yapılmaz ki aminor. daha dün gece annenden rica minnet makyaj setini isteyen sen değil miydin ? nerede kaldı büyüklüğün. ders kitaplarını okul çantası yerine normal kadın çantasına koyup geliyosun lan ne bu havalar.

adımız okundu sınıflara girdik. ben yine abilerimden duyduğum kadarıyla lisede sadece arka sıra var sanıyodum. hayatımda hiç bir  adamın lisedeyken ön sıralara oturduğunu duymadım ki ben ne yapıyım. herkes en arka sırada olurdu kesin. kaynatırlardı. hocaya kafa tutarlardı. hoca bunlara "atatürk sizin yaşınızdayken okul birincisi " derdi. bunlarda hoca ya " sizin yaşınızdaykende cumhurbaşkanı" derdi. hoca hep göt olurdu. ben gittim hayvan gibi en arka dip sırayı kaptım. 50 kişilik sınıflarda geçirdiğim için ilkokulu yanıma biri gelir sonra önümüze birileri oturur kaynaşırız sanıyordum.aminor sınıf 25 kişiymiş. bırak yanıma birinin oturmasını herkes tek oturuyo resmen. benim tipten tiksinmiş olacaklarki herkes bir yere konuşlamış en yakın arkadaşlar 2 sıra önce. arkada mahsur kaldım. kimse bakmıyor lan bana. sınıfa ilk girdiğimde yüz buruşturduğum cam kenarı evlere şenlik herkes oraya gitmiş arkada 5-6 bebe ne güzel ortamı kurmuş konuşuyolar. ben se en dipte mal gibiydim. yapacak birşey yok. en azından kuulum dedim polyannacılık oynadım. o sırada annem sınıfa girdi. 17 yıldır musti der kalabalığı görünce resmileşip mustafa dedi bana. normal mustafa da değil. "mustafa haydi arkadaşına da ver o da oynasın" daki mustafa'ydı bu ses tonu. kuul adamlığımda kalmamıştı. herkesin gözü bende. ben kalkarken polat edasında kalkmıştım ama ne kadar polat olabilirdim ki aminor. "oğlum ben gidiyorum bu sınıf seçme sınıfmış çalışkanları bir araya toplamışlar burada kal mutlaka gitme başka sınıflara" diye tembih etti bana. annem gittikten sonra arkamı döndüm herkes bana bakıyodu. rezillikti lan bu. allah belasını versin böyle kaderin. arkadaş ortamım yoktu ama en azından kuul imajım vardı. annem sağolsun artık o da yok. gittim oturdum yerime. babasından tokat yemiş adam gibi..

sonra öğretmen geldi bir tane. o gün sadece bir dersimiz doluydu o da din dersi. sanırım günaha gireceklerini falan sandılar. "din dersi boş kalmasın" diye matematikçiyi yollamışlar. adamlardaki din sevdasına bak. geldi konuştu. "bakın çocuklar artık büyüdünüz. abi oldunuz.. abla oldunuz.. sekizinci sınıfta daha büyümemiştiniz.." amına koyim ben 10 yıldır okuyorum her sene böyle dendi la. artık büyüdünüz. mutlaka birilerine örnek olacaz. her sene de bu gaz verilmez ki la. hala bazı mallar "artık büyüdük 70 milyon bizi izliyo davranışlarımı düzelteyim" çabasında. ben artık alıştım. biliyorum çünkü o hoca bir üst sınıfa girince de " bakın artık abi abla oldunuz. 9. sınıfta çocuktunuz.." diyecek. hayatın her alanında mal gibi sorumluluk yükleniyo. insan istemedikçe bir sorumluluğu almamalı. değeri kalmıyo çünkü.  hayatımda görmediğim etmediğim bebelere niye örnek olacam ki ? onlar hayatında tanımadıkları etmedikleri insanları örnek alacaksa siktirsinler gitsinler oksijeni israf etmesinler aminor.

tenefüs zili çaldı. herkes dışarı çıktı ben vurdum kafayı yattım. her lisede olduğu gibi bizden büyük bebeler sınıfa dalıp serbest kıyafetlerle kendilerini ispatlama yarışına girdiler. mal mal esprı yapıp gülüyolardı. " bu nası sınıf omoğğaa goim la  neşet omoğa goyim oğlum muhöhöh.." bu olanları büyük bir zevkle izledim. sirk niyetine beleş palyanço gösterisi gibiydi. cidden öyleydi la. 2 dakika sonra gittiler. bizde arkalarından baktık.ne geçti acaba ellerine. bizi aşağıldınız iyi güzel. serbest geldiniz bravo. çok matraksınız aferin. ee ? adamlar mal gibi önümüzde şakalaşıp durdu ya la. neyseki gittiler. onlar başka sınıflara girip eğlenirken benim içimde bütün bir sene arkadaş yapamama korkusu vardı. şuna bak kimse bakmıyordu. annesi sınıfa giren çocukla ne konuşacakalrdı.

sıkılmıştım.. 3 saattir konuşmuyordum sadece yatıyordum her ders boş geçiyodu. 3 saat hiç konuşmamak benim gibi biri için rekor sayılırdı bilenler bilir yani.. insanlar eğleniyor ben mal gibi yatıyordum en arka sırada. sonra..sonra..o sınıftaki en iyi  arkadaşım olacak insan benim tüm lise hayatımı değiştiren o manalı sözlerini söyledi :

"oğlum mal mısın orda tek başına oturuyon mal gibi gelsene buraya.." evet pek hayat değiştirecek bir söz olmasada benimkini değiştirdi. gittim yanlarına. hemen samimi olduk. yıllardır kavuşmayı bekleyen insanlar gibi ısındık birbirimize. sonra diğerleriyle.. arkadaşlık ortamı çok iyi kuruldu  ve benim içimdeki dertte bu şekilde bimiş oldu. lisenin mental açıdan orta okuldan bir farkı yok. ama çok garip bir şekilde hayatımda bu kadar sosyalleştiğim başka bir yerde yok açıkçası. bir olayı var ama çözemedim hala... büyüyoruz sanırım.

kabusumuzun adı : bigehan otel


annem her sene sonunda güzel bir tatil isteğini yenilerdi. onun yanında ben de güzel bir tatile hasrettim.  annem kadar istemesem de "olursa iyi olur" düşüncesi vardı aklımda tatile karşı. geçen sene evren ile tatile gitmişti annem. annem her zaman odluğu gibi bu yaz ayında da tatil istemiş , babam evren ve beni gerginliğe sürüklemişti. daha çok da beni. çünkü evren geçen sene ona eşik ederek sırasını savmıştı. genelde sadece erkek erkeğe bir tatil istediğimiz için annemle gitmeye pek sıcak bakmıyorduk.  ama sıra bana gelmişti ve bu sefer saklanacağım bir bahane de kalmamıştı. olaya iyi yönünden bakıp sınırsız alkol düşüncesiyle annem ile tatil yapmaya razı olmuştum.  yorucu bir seneydi ve güzel bir tatil geçirmek istiyordum. ama en çok da evren ile tatil yapmayı istiyordum. kafa dengim bir insandı ve onun yanında kendimi güvende hissederdim. 


annemin çocukluk hayali olan fethiye - ölüdeniz' e gitme kararı aldık. annem internet sitesinden acenta aracılığıyla güzel bir tatil köyü bulmuştu. en azından sitede yazılan özellikleriyle bizi mest etmişti. sınırsız alkol , açık büfe ,  denize saat başı kalkan servisler, her odada mini buzdolabı , kablosuz internet bağlantısı vs. bunları duyunca benim de içimde kıpırtı başlamıştı. tek istediğim evren'in de gelmesiydi. sonra bizi kimse tutamazdı.


evren'i ikna çalışmalarım tatile az bir süre kalıncaya kadar devam etti.  ve sonunda o da vicdan yapmış olacak ki kabul etti. işte buydu ! kafama göre bir tatil muhteşem bir 7 gün beni bekliyordu. inanılmaz mutlu olmuştum evren gelince.  hayallerle geçen üç günün sonunda valizleri hazırlayıp otobüste bulmuştuk kendimizi. boktan bir otobüs şirketi ile gidecektik ama umrumda bile değildi. otobüse oturduğumuz da internet vardır düşüncesiyle  leptopuma sarılmıştım ama yoktu. nasıl olsundu. çaresiz bir şekilde oyun açıp oynamaya başladım. bunun üzerine yanımdaki adamın oğlu gözlerini bilgisayarıma çevirdi. onun en sevdiği oyun çıkmıştı. bunun üzerine çocuğun benim oyunumu izlemesi için yer değiştirdiler ve yolculuk boyunca 10 saati bana işkenceye çevirecek çocuk yanıma oturmuştu. 10 11 yaşlarındaydı. o yokmuş gibi oyuna devam ettim. beni bütün dikkatiyle izliyordu. bir süre sonra sıkıldım ve laptopu  kapattım. yolu seyretmeye koyuldum. 


yolu uzunca bir süre seyrettikten sonra götümde hareket eden bir şeylerin olduğunu hissettim. sinek olamazdı bu. rahatsız olup yanıma döndüğümde çocuğun uyuduğunu ve ayağını şuursuz bir şekilde götüme iteklediğini gördüm. babası bize bakıp gülüyordu.  ben de hiç gülmek istememe rağmen güldüm sahte br şekilde. ancak çocuğun bu kelkinmesi zamanla bitmesi gerekirsen daha da arttı. bir süre sonra daha samimi olup elini göbeğimde , bacağımda gezdirmeye başladı. sesimi çıkarmadım. uyuyamıyordum ve çocuğu çekmeye başladım. otobüs muavini bir süre sonra yiyecek , içecek dağıtmaya başladı.  kola istemiştim. ancak yanımdaki çocuğun yaş ortalamasını iyice düşürmesi nedeniyle bana çeyrek bardak kola verdi.  itiraz etsem " bu yaşta midene zarar bunlar çok içme " diyecek gibiydi. sesimi çıkarmadım. yarım salisede biten kolanın akabinde çocukla yiyişmeye kaldığım yerden devam ettim. ayakkabılarını çıkarmış kendini iyice salmıştı.  askerde kocasını bekleyen bir kadın gibi ateşli bir şekilde bedenimde hareket etmeye devam ediyordu.


bir süre sonra otobüs mola verdi ve ben yarım saat de olsa bu işkenceden kurtulmuştum. tost yedik tuvalet ihtiyacımızı giderdik ve tekrar otobüse bindik. çocuk kaldığı yerden devam etse de ben artık hissetmiyordum. arsız babası da uyarmak yerine çocuğuna şirinlik yapmaya devam ediyordu.  annem ve evren arkada otobüs yolculuğunun tadını çıkarırken , ben de çocuğun ayağını altımdan çıkarmaya çalışıyordum. 10 saatlik yolculuğum bunlardan ibaretti.


fethiye'ye geldikten sonra hiç uyku görmeyen gözlerim , yorgun bedenim ve 10 saatlik sevişme sonucunda ağrıyan belime rağmen mutlu olmuştum.  indiğimiz yerde yemek yedikten sonra dolmuşa binip otele doğru yola çıktık.  dolmuştan indiğimizde  varolan şey önümüzde duran , sonu görünmeyen bir yokuştu.  ancak mutluluğuma gölge düşürmemişti bu yokuş. tam aksine o yokuşu koşarak çıkıp kendimi havuza atıp alkole vermeyi düşünüyordum. saat sabahın sekiziydi. otele geldiğimizde aslında o kadar enerjik olmadığımı hissettim ve kendimi resepsiyondaki sandalyeye bıraktım. otelin görünüşünden biraz işkillenmiştim çünkü internette okuduğumuz gibi değildi. resepsiyon odamızı hazırlarken biz de evren ile oteli turlamak için yola koyulduk. ancak "turlamak" eylemini gerçekleştiremeyecek kadar küçük bir oteldi. yavaş yavaş rüyadan uyanıp gerçeklerle tanışıyorduk. evren ile bara bakmaya karar verdik.  alkolün olduğu hemen her yer yuvamız gibiydi bizim. efes şişelerine bakıp huzur bulmak istedik. bara baktığımızda raflarda skol ve marmara gold şişelerini görünce kafamızdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. böyle bir şey olamazdı.  mümkün değildi bu. inanmak istemiyorduk. skol neydi ? marmara gold neydi ? yine de polyannacılık oynayarak " yok yaa efes vardır " diyip sineye çektik bu iğrenç görüntüyü. internette tanıştığımız zayıf kızın , gerçek hayatta kilolu çıkması gibi birer birer hayal kırıklığına uğruyorduk. her saat başı denize olan servis yalan çıkmıştı.  masa tenisi , bilardo gibi etkinliklerin aslında olmadığını acı bir şekilde öğrendik. alkol olayı bizi sarsmıştı ve kafamız oradaydı. başka şeyler hissetmiyorduk.


uykusuzluğun verdiği yorgunlukla inanılmaz derecede sinirliydik. bu sinirin üzerine annemin durmak bilmeyen çenesi bizleri adeta işkenceye mahkum etmişti. bütün bu sorunlara eklenen bir sorun daha annemin susmamasıydı. odamızın hazırlanacağını söyledikten yaklaşık yarım saat sonra resepsiyondan ayrılma gücünü kendimizde bulabildik ve otelin içinde masa bulup oturduk. annemin çenesi ve yaşadığımız hayal kırıklıkları aynı hızda devam ediyordu. bir insan bu kadar konuşamazdı. konuşsa bile o yorgunlukla dayanamıyorduk artık. evren ile ben bayılmak için yer arırken annem 3 yaşındaki bir çocuk gibi bitmek bilmeyen enerjisiyle resepsiyona gidip tatsızlık çıkarmıştı.  her şeye itiraz edip görevlilerle konuşuyordu. biz ya sinirden ya da yorgunluktan ölecektik. başka çıkar yolu yoktu. yarım saat bir saate çıkmıştı ve annemi resepsiyondan aldık. masada oturmaya devam ettik. annem beklenen bir şekilde susmamaya devam ediyordu. biraların boktan olması , otelin yalan olması ve annemin susmaması akabinde yorgun olmamız ve otel görevlilerinin odayı temizleyememesinden ötürü komaya girmiş gibiydik.  bir ara gerçekten allahın olduğunu ve bütün bunları bizi sınamak için yapmış olabileceğini düşünmüştüm. çünkü bu kadar eziyet ancak doğa üstü bir canlının yardımıyla olabilirdi. ama hayır. yaklaşık 2 saatlik komadan sonra odamız hazırlandı.  odaya nasıl bir sevinçle çıktıysam hatırlamıyorum. mutluluk sarhoşu bu olsa gerek. tek istediğimiz annemin susması ve uyumaktı. öyle yaptık. yatağa yattıktan hemen sonra uykuya dalmıştım.  tek hatırladığım biz yataktayken annemin son sürat konuşmaya devam etmesiydi.


uyandıktan sonra yine " hayata güzel açıdan bakma " politikamızı devam ettirdik. kalkıp yemek yedik sonra havuz kenarında bir şezlonga oturduk.  ben cevabından korkmama rağmen cesaretimi toplayıp barmene " hangi biralar var ? " diye soru sordum. kısa bir süre bakıştık. gerekli cevabı verdiği takdirde sevinçten kendimi havuza atacaktım.  bu cevap 7 günlük tatilin kilit noktasını oluşturuyordu. bel kemiğiydi. bu cevap olmayan oyun salonuna , olmayan internete , olmayan mini buzdolabına bir darbe vurup , bizleri gün yüzüne çıkarabilirdi. bütün bunlar içimden geçti. "haydi" dedim. " haydı barmen kardeş, dök bizi sokaklara..."


barmenle kısa kesişmemizden sonra cevap verdi  " skol ". hayatta değildim. kopmuştum. beni hayata bağlayan daha da önemlisi bu otele bağlayan tek damarım , şah damarım , çocukluk sevincim kopmuştu. ben kopmuştum o vakitten sonra. demek skol ha ?  skol. bildiğimiz skol. tadı saman suyunu andıran skol. işte o skol. bize 7 gün boyunca arkadaşlık edecek lanet içecek. " bir insan biradan ne yaparsa soğur  ? "sorusuna verebileceğim tek cevbım "ona sıcak bir skol bira verin daha da içemez zaten" olurdu. biradan soğumaya adım adım yaklaşmıştım. bu kötü haberi evren'e birden söylemem gerekirdi çünkübir sevinçle bara gidip biranın skol olduğunu görür hayal ırıklığına uğramasından daha olumlu sonuçlar vereceğini düşündüm. şezlonga gittim ve " evren biralar skol'muş abi " dedim. hiç tepki vermedi. ama biliyordum. biliyordum ki onun da dünyası başına yıkıldı. onun da hayatındaki tek bağ kopmuştu biliyorum.  yine de asıl darbeyi görmemiştik. asıl darbe de biraların olabildiğince sıcak olmasıydı. yılmıştık. daha tatilin ilk gününden hayata gözlerimizi yummuştuk..


tüm bu olumsuz şeylere rağmen kafamızı iyi edecek bir içecek telaşına düştük. içtiğimiz iki bira o kadar sıcaktı ki bu sıcaklıktan dolayı başmız hafif bir şekilde dönmeye başladı. yapabileceğimiz bir şey yoktu ve barmenden votka istedik. eyüp sabri tuncer kokulu bu iğrenç şeye bizi mahkum edenler utansınlardı. evren iğreçliklere alışık olduğu için cin istemişti. otel bizi nasıl bir hale soktuysa beynimizi feci şekilde uyuşturup herşeyi unutturacak bir şeyler istiyorduk. çareyi votkada bulup , sessiz bir yer seçtik kendimize.  otel ne kadar kötü olursa olsun biz iyiydik ve hoş sohbetle yaklaşık 5 bardak votka ve cini gömdük. bana bir şey olmamıştı ve daha da fazla içmek istiyordum. tepemizdeki güneş ile beraber 2 sat boyunca güzel sohbetle yavaştan kafayı bulmuştuk.  annemizi yalnız bırakmak ayıp olur diye son bardakları da içip onun yanına gittik. bana bir şey olmamıştı belki ama kendimi özürlüler için yapılmış yolda kaymaya çalışırken buldum. kayarken sendeledim ve az daha yere çakılıyordum. evren arkamda gülüp espri yapıyordu. biri 18 diğeri 25 yaşındaki iki insanın düştüğü bu durumu neyseki kimse görmedi. yürürken sendeliyordum. akşam yemeğini allahın siktir ettiği bir saate koymuşlardı ve 4 saat vardı daha.  markete gidip sigara almaya karar vermiştim. başım felaket bir şekilde dönmeye devam ediyordu. o yokuşu zikzak çizerek indim ve market aramaya koyuldum.  ilerde taksi durağı vardı. orada bana yardımcı olabilirlerdi. taksi durağına gidip içeride birisinin olup olmadığına bakmıştım. umudumu kaybedip geri gidecekken arkamda bir taksici belirdi. " nevar ne oldu ? " sert bir giriş yapmıştı. ağzımın döndüğü kadarıyla " abu bu ciğarda makeh var mıha"(abi bu civarda market var mı ya ? ) adamda nedenini anlamadığım bir sinir harbi vardı. dövecekmiş gibi " bak bakayım burda market tabelesı mı var ? " dedi tersleyerek. bi an için kendimi dilenci gibi hissettim. diğer tarafta çay içen turistler bana bakıyordu. sanırım dövmeli bir dilenci ile ilk defa karşılaşmışlardı. " tığam ağbiğ kolgelsi" ( tamam abi kolay gelsin) diyerek yürümeye başladım. market tabelası olan bir yere destursuz girdim bu seferde. içeri girmemle 3-4 kişinin karşımda el pençe divan durduğunu gördüm. "tatil yerlerinde demek ki bakkala girenlere bile hürmet gösteriyorlar" diye düşünüp , hiç alışık olmamama rağmen alışık olmuş gibi yapıp elit bir şekilde gülümsedim. " abi siğıra varmı buğada" (abi sigara var mı burada) dedim. "restorantta sigara ne arasın canım " dedi. etrafıma baktığımda gerçekten yemek yiyen insanlar gördüm. ne olursa olsun güzel bir intiba bırakmak için "goay gelsiayırlişler" (kolay gelsin hayırlı işler) dedim ve oradan çıktım. az ilerde efes pilsen logolu bir yer vardı. gözümden iki damla yaş gelmişti o anda. hey gidi koca efes pilsen. ankara'da olsam küveti efes ile doldurup banyo yapardım. diplerini içemezdim mesela. insan sevdiği bir şeyi kaybedince değerini anlar diye söz vardı. aynı efes pilsen ile beni anlatıyordu bu söz. değerini bilememiştim. keşke şimdi biri çıkıp " musti şu efes'in dibini içsene ya " deseydi. ona dünyaları verirdim. hüzünlü bir şekilde markete girdim. sigarayı aldıktan sonra tekrar yola koyuldum. ancak otelin yolunu pek hatırlayamadım. yokuş gibi bir yer bulunca çıktım. kapısı vardı. açtım kapısını. elimde sigara paketleri ile yürürken yanımda havuz belirdi birden. etrafıma baktığımda bizim otele benzemeyen otel ve bizim otelin insanlarına benzemeyecek kadar elit insanlar vardı. oraya bilerek girip hava alıyormuş gibi yaparak etrafıma baktım ve sonra çıktım. başka bir otele girdiğimi sonra anladım. şeş kaza yokuşu buldum otele vardım. yemeğin başlamasına saatler vardı. evren ile uyumaya karar vermiştik.biz hala sarhoş  olduğumuzu inkar ettiğimiz anda kendimizi odada bulmuştuk. ne çabuk gittiğimizi hatırlamıyorum. kafamı yastığa koyar koymaz dalmışım..


akşam yemeğinden 10 dakika önce annem odaya geldi ve beni kaldırdı. ancak evren kalkmamakta direniyordu. annem  ile güç bela evrenin kolundan yakasından tutup kaldırmamıza rağmen evrenin bilinci kapalı bir şekilde yatağa düşüyordu tekrar. 10 dakika uyandırmak için çalıştıysak da uyanmadı evren. çaresiz bir şekilde onu odada bıraktık.  yemekte izdiham vardı ve insanların suratları ekşimişti. şaşırmıştım. şaşkınlığımın nedeni yemekte köfte-patatesin olmasıydı. insan bu yemeğe karşı neden dudak büksün ki ? bunu düşündüğüm arada bir ahtapot gibi kaşığa sarıldım ve görgüsüz gibi tabağıma boşalttım köfteleri. insanlar zorla yemek yiyorlardı ve hala çözememiştim. yahu arkadaşım köfte bu lan köfte. diğer yanda patates. neyini beğenmiyorsunuz ki ? bu sorunun cevabını ilerleyen günlerde alacaktım. yemeği yedikten sonra odaya çıkıp tekrar uyumaya karar verdim. " tatilde uyunmaz" diyordu annem. ona cevap vermedim. sadece bakışlarımla " bu otelde bi bok yok. biraları sıcak içilmiyor , uğraşacak bir şey de yok ne yapalım uyumaktan başka " dedim. o da anlamıştı zaten. hayat ona güzeldi. çünkü o normal hayatında da skol içiyordu.


onu bırakıp tekrar uyumuştum. votkanın etkisini henüz hissedememiştim ve yatarken burada ki kalan günlerimizin nasıl geçeceği hakkında kafa yordum. bir süre sonra gözümü evren'in sesiyle açtım. çocuk bekleyen baba gibi odada volta atıyordu ve sürekli söyleniyordu. olanlara anlam veremeyerek onu bir süre izledim. "ya musti bi kalk siktirme uykunu bi kalk ya" diyordu sürekli. onun şaka anlayışına verdim ve uyumaya devam ettim. ama evren diretiyordu " hala yatıyor abi kalk bi kalk ya. anahtar yok annem odayı kitlemiş ya. ya bu nasıl bir şeydir birden fazla kişinin kaldığı odada kapı kilitlenir mi ya . musti kalk siktirme belanı kalk çabuk ! " ben olanlara anlam veremeden gözümü açtım ama hareket edecek gücü bulamadım kendimde. uyku sersemiydim. evren'in sözleri başıma çakılan çivi etkisi yaratıyordu. " ya birden fazla kişinin kaldığı bir odada anahtar alınmaz ya "... menopoza girmiş bir teyze gibi sesini devamlı yükseltiyordu evren. 18 yıllık abimi hiç bu kadar sinirli görmemiştim. " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz hadi aldın kapı kilitlenmez ya allahım musti kalk sikerim seni ! " evren'in sinirli anını görmediğim için onu nasıl sakinleştiririm bilmiyordum. ama evren susmuyordu. " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz yaa ! akşam yemeğini kaçırdım bu nedir ya ".. bir süre sonra annem gelmişti ve ikisi kavgaya tutuşmuştu. ben yastığa kafamı koydum ve uyumaya çalıştım.  evren ısrarla " bak anne birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz kapı kilitlenmez.." diyip duruyordu. ikisin kavgasını izlerken aklıma babam ile annemin mutfakta yemek yaptığı günler gelmişti. ikisi aynı mutfakta kesinlikle gerilir kavga ederler sonucunda sinirlerini benden çıkarırlardı. özellikle de babam. yine ailedeki o kritik rolüm değişmemişti.  suçsuz yere uyandırılıp bu kavgayı izlemeye mahkum edilmiştim. evren " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz " diye tekrarladıktan sonra dışarı çıktık. 


yanında rahatladığım konuşurken insana huzur veren insanın bu kadar sinirli olmasına anlam verememiştim. neyseki kendine yakışanı yapıp umursamaz halini aldı ve sakinleşti. özür diledi. sanırım cin'ine tkisiydi bunlar. bende de hafif baş dönmesi midemde şişlik ağzımda iğrenç bir tat vardı. evren hala arada sırada " iki kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz" diyordu. annem barmenden rica etmiş ve evren'e ekmek arası yapıp getirmesini istemişti. anne yüreği tabii. 10 dakika kadar sonra ekmek arası domates-salatalık geldi ve buna rağmen evren kaşla göz arasında bitirdi ekmeğini.  otelde yapacak bir şey bulamayınca dışarıda dolaşmaya karar verdik. otelden çıktık ve o lanet olası yokuşu inmeye başlamıştık. her şey o kadar kötü gidiyordu ki o yokuşun çıkmasının da olduğunu unutuvermiştik. gittik bir su aldık. oteldeki su duş alınan sudan farksızdı.  o günün nasıl geçtiğine dair aklıma başka bir şey gelmiyor maalesef. sanırım votkanın etkisiyle uyku sersemi gibiydim. gün bitmişti..


***


ikinci günün sabahında yemek yedikten sonra havuza girmeye karar verdik. şezlongumuzun yanında otel tarihinin belki de en güzel kızlarından biri vardı. evren ile ben iki aç kurt olarak hemen farketmiştik. o kadar güzel değildi ama otelin diğer kadın popülasyonuna bakıldığında kendisi bir mücevherdi. asi olduğu her halinden belliydi. dövmeleri vardı , ailesinin yanında sigara içiyordu.  onu görünce " vay anasını ailesinin yanında sigara içiyorsa ben bununla sevişirim bile" diye düşündüm. dikkat çekmenin yollarını arıyordum ama yeni kestirdiğim saç ile pek mümkün değildi. tatile gitmeden önce saçımı kestirme kararı almıştım. yine bir berber klasiği olarak adama az kes dememe rağmen çok kesmişti ve saçım sik gibiydi. asker gibiydim. amele yanıklarım , ters çıkmalı saçım koca götüm ve kısa boyum ile havuz kenarında kızın dikkatini çekmeye çalışıyordum. nafileydi. evren biraz daha şanslıydı bu yüzden. her zaman olduğu gibi. ama yine de onurlu mücadelemi sürdürüp sesli espriler yapmaya başladım. düştüğüm durum içler acısıydı. başka bir mekanda olsa bu kadar yılışmazdım ama bu kız belki 6 günü rüya gibi geçirmeme neden olabilirdi. sıcak skol biradan çok daha iyi olacağı konusunda evren ile görüş birliğine vardık.  havuz faslından sonra yemek yedik ve hüzünlendik. çünkü önümüzde 7 saat vardı ve yapılacak bir şey yoktu.  evren ile bara oturup zor da olsa bira içmeye karar verdik. barmen çocuk ile arkadaş olmuştuk. çok iyi bir çocuktu.  o da hayattan bezmişti. diğer otel görevlileri gibi. 


otel görevlilerindeki mutsuzluk , çaresizlik ifadesi bizi daha da çok yaralıyordu.  bira istediğimde " vereyim abi " diyişleri vardı mesela. o sıradan bir " vereyim abi " değildi. gözleri karamsarlıktan kısılmış , bedeni artık bu hayatı taşıyamayacak kadar bitkin bir ifade ile söylüyordu bunu. gözleriyle " vereyim tabi abi iç. vereyim yani. bize veren yok zaten. hayat bize vermeden aldı bütün sevdiklerimizi kollarımızdan. babam öldü annem öldü kız kardeşim lösemi. ama vereyim yine de biranı. senin için hayat güzel tabi vereyim be abi. vereyim ulan ! ne günahım vardı abi benim bu hayatta" diyordu. yine de mutluluk arayan gözlerim diğer elemana ilişiyordu. bu sefer o da bana " ne bakıyorsun yeğenim. hayat bizi buraya attı . çoktan ölmüşüm ben sen kendi derdine yan" gibi bakıyordu. bütün bu karamsar havada ağlamaklı bir şekilde kaynar skol biramızı yudumluyorduk. evren ile. o güzel kızı soruşturdum barmene. votkanın üzerine cin onun üzerine bira döküp içiyormuş. ince memed efsanesi gibi karşıladığım bu olayı duyunca kızın " ergen " olduğunu anlamıştım.  olsun.  sarılabileceğimiz başka bir liman kalmamıştı. 


normalde tatilde uyunmaz. ancak ben yatmak için fırsat kolluyordum. çünkü geçen her zaman lehime işliyordu ve bu oteldeki vaktimiz doluyordu.  tam emekli oteliydi burası. alkol alan insanlar enderdi. tek genç olarak evren ile ben o kız bir de 4-5 kişilik , papatya desenli uzun havuz şortu giymiş yağız delikanlılar vardı. nedense böyle insanlara her zaman kıl olmuştum. onlara da oldum tabii. " madem tatildeyiz ne kadar am görsek yararımıza " diye düşündüklerinden adım gibi emindim. durmadan şakalar espriler yapıp sempatik olmaya çalışıyorlardı.  odama giderken yine onları görüp sinirlenmiştim. sevmiyordum bu tarz insanları. yatağıma girdim uzun kıvranmalarım sonucu uykuya daldım. akşam yemeği için annem kaldırdı beni. karnım açtı. gittiğimde yine patates-köfte ikilisini gördüm yemekte. haftada 5 paket makarna tüketen bir yapımız olduğundan yadırgamıyordum bu durumu. tabağımı doldurup oturacağımız yere gittim. giderken o genç kızın suratını asık gördüm yemekten dolayı. ama yemeği sevmeme rağmen ben de astım dikkatini çekebilmek için.  hiç bir şeyin olmaması insanlara bunu da yaptırıyordu.  tabağımı 5 dakikada bitirip resepsiyona internete girmek için gittim. annem devamlı " oğlum evde de internettesin otur şurada " dese de ortamın sıkıcılığı , kızların olmaması olan kızın da bana bakmaması neticesinde canım sıkılıyordu. acentanın 23.30 da kapandığını söylediği alkol servisi 22.00 da kapanıyordu. bir kez daha lanet okudum. kaynar bira aldım kendime. yarısını döktükten sonra resepsiyona gittim.


ardından evren geldi ve bir saat oturduktan sonra annemin yanına geldik tekrar.yaz aylarında devamlı bir şey yapma isteğime karşı bigehan otel karşımda etten bir duvar örmüştü ve yıkmaya çalışıyordum bu duvarı. çare yoktu başka. evren'e dolaşmayı teklif ettim. kabul etti.  çünkü annem'de bir macera yoktu. birasını verdiğiniz zaman isterse bütün gün oturabilirdi. bunu istemiyordum. evren ile ayaklandıktan sonra evren'in oturduğu yere birisi sakız yapıştırmıştı. orospu çocukluğunun öznesi olan bu davranışın sahibinin , annesine güzel dileklerimizde bulunduktan sonra evren'in zoruyla odaya çıktık. sıcak biraların olduğu , bir tane güzel kız olmayan ve hayatta görüp görebileceğimiz en sikimsonik ortam olan burada şortuna yapışan sakızı kafaya takmıştı evren. bir şey olmaz dedim ama dinlemedi.  sanki şortu temizlese biralar soğuayacaktı . ya da güzel kızlar gelecekti otele. bu otel bizi karamsarlıktan öldürecekti ve daha ikinci gündeydik. yukarı gittiğimizde evren pantolon giydi ben de tuvalete girdim. bigehan otelini en çok seven bağırsaklarım olmuştu.  durmadan çalışma halindeydiler. dışarı çıktık. evren 15 tl para bulmuştu. şarap almayı teklif ettim. kabul etti ve markete gittik. telefonda " yerli yersiz her içki var " diye tanıtılan otelde çareyi eskisi gibi alkol almakta bulmuştuk.  efes tabelasını görünce yine hüzünlenmiştik. ahh efes ! gönlüm hep seni arıyor neredesin sen ?


evren ile içkilere bakarken bu ortamın alkol çalmaya ne kadar müsait olduğunu gördük. otelin sinirini küçük esnaftan çıkarmak istedim ama yanımızda çanta yoktu. 1.5 litrelik şarap aldık. şişesi korkutmuştu beni. kocamandı. çardağa gidip içmeye başladık. tadı fena değildi. evren'in o lanet olası müzikleri bile şarap olunca etki yapmadı bende. bir süre sonra annem geldi. eskisi gibi kaldıramıyordu alkolü ve yine biraz sarhoş olduğu belliydi. çalan müzik eşliğinde  beni dansa kaldırmak istedi. annemin böyle yersiz istekleri vardı. hayatta dans etmekten nefret ederdim ama anneme anlatamıyordum bunu. feryat ediyordu karşımda. ama tavrımı net koydum.  bu kadar anarşistliğe kalbim dayanmazdı. annemin sarhoş olunca dansa kaldırma hevesi nereden gelio bilmiyorum. onu geçtim böyle  huy mu olur lan ? alkol aldın git bağır,olmadı ağla, çok konuş , az konuş, bayıl ama dansa kaldırmak ne lan. annemi tanıtırken " ya o çok içtiğinde dansa kaldırıyor " mu diyelim insanlara ? 

yemek sofrası


lise birde misafirliğe gelen o güzel yüzlü kızdan her türlü çabama rağmen haber alamamıştım.  yaklaşık 3 sene boyunca. aklımdan da çıkmıştı eskisi gibi düşünmüyordum onu. lise son sınıfa gidiyordum ve tipim daha da oturmuş bir vaziyetteydi. ezkiye nazaran kilo vermiştim. saçlarım yapılıydı dövmelerim ve küpem vardı. tarz bir çocuk olarak görünsemde içimde hala eski musti’den esintiler vardı.  kızlarla daha da yakınlaştım ortamlarda bulundum ve sosyal anlamda çok ilerlemiştim. 


bu sefer üniversite sınavı telaşı vardı ve ona konsantreydim. arada bir çalışıyordum. dersaneden geldiğimde bilgisayara oturuyordum yatana kadar. elimi kaldıracak halim yoktu çünkü. yine buna benzer bir günde otururken o kız bana internetten mesaj atmıştı. onunla ilk tanıştığım zamanlar olsaydı bu olay gerek stratejik gerekse toplumsal açıdan 2. bir “yüzyıl savaşları” kadar önemli olurdu. ancak üzerinden seneler getiği için eskisi gibi önemsemedim. ama içimde hala bir ukte vardı o kıza karşı. artık hem yakışıklıydım,saçlarım da dikiliydi hem. dövmelerim küpem vardı. neden olmasındı ? hayatta en iyi bildiğim işi yaparak yine sempatik bir havaya bürünüp muhabbeti ilerletmiştim. her ne kadar sakin olsam da bu ukte beni günden güne yine mahvetmeye başlamıştı.  konuştukça eski günleri hatırlamakla beraber iyice şevkleniyordum. çünkü kız hala güzeldi.


yaklaşık 1 ay boyunca kızla mesajlaşmıştım. olabilecek her iletişim ağını seferber ettim ve tek istediğim buluşabilmekti. çünkü kendime güveniyordum artık. ancak kızın buluşmaya karşı soğuk davranışlarını görünce ben de tekrar bu kıza karşı son olarak kez kesmeye başlamıştım.  ancak ilahi adalet tecelli etti ve o misafirlik faciasında beni suçsuz buldu. ve bana bir şans daha verdi. kızın annesi babamla konuşup bir yemek yeme isteği sunmuş ve babam kabul etmişti. ancak bu sefer mekan bir türkü bardı. hayatta en sevmediğim anıları bana yaşatan o türkü barın adını bile duymak istemiyordum. buluşmanın orada yapılacağını duyunca kendi kafamdan taslaklar kurmuştum ve 2. bir facia olma riski çok fazlaydı. arkada “O yaylalar yaylalar çimen bağladınız mı Ben askere gidecem de oy kızlar ağladınız mı” türküsü çalarken ne kadar romantik olup bir aşk ortamı yaratabilirdim ki kıza. ama en ucuz ve kısa yoldan başka buluşmamın yolu yok gibiydi. ben de geleceğimi haber saldım. 


adını her duyduğumda ana avrat sövmeme neden olan bu türkü bara gitmek için sürekli babama ısrar etmem onu da şaşırtmıştı. annem de duyunca şaşırdı. açıkçası ben de şaşırmıştım ama içimdeki ukte beni bu yola sevketmişti.  buluşacağımız gün bayram tatiline denk geliyordu. izin almıştım ailemden ve içimde heyecan vardı. 3 sene sonra nasıl olmuştu kim bilir ?  bunları düşünerek hazırlandım ve yola koyulduk..


o gün bayram tatili ve kış mevsimine denk geldiği için elmadağ taraflarında yüksek karlar vardı ve arabalar kalmıştı. adım adım ilerliyorduk. arabada annem babam ben ve halamın kızı vardı. arabanın içinde boğulma raddesine gelmiştik.arabaların sonu yoktu ve yol tek şeritliydi. yolda canı sıkılıp arbanın kenarında mangal yakanlar,  karı gören çocukların ilginç sesler çıkararak kayması neticesinde insanlar arabaları durdurmuş ve otoyolu piknik alanı haline getirmişlerdi. babam da ön sezilerini kullanarak arabayı bir tamirci bir arkadaşına verip yaya gitmemiz teklifinde bulundu. annem her zamanki gibi karşı çıkmıştı bu olaya. sonradan kabul etti.


yaklaşık 400 metrelik yolu karlara bata çıka yürümeye başladık. önden giderken arkada ” mustii” diye bir ses duydum. geri dönüp baktığımda kafasının aşağısı kara saplanmış olarak annemi gördüm. karın üstünde sadece kafası vardı.hemen geri dönüp annemi kurtardım. ancak dengemi sağlayamadan ben de kapaklandım yere. o kız o sırada yanımızdan geçip bu durumumuzu görseydi sanırım pasaport işlemlerine başlardı hemen.elim yüzüm kar içinde çıkıp yola devam ettim. ve o her gördüğümde ana avrat sövdüğüm türkü bar görünmüştü.  normalde 400 metre olan ama bize 4 kilometrelik yorgunluk veren o yol sonunda türkü bara attım kendimi. o kız ve ailesi yoldaydı. yerlerini bildirdiklerinde daha gelmelerine en az 2 saatin olduğunu anladık. ilk başlarda ki onlar gelmeden başlamayalım düşüncesi, midemizden gelen seslerle birlikte kendini porsiyon porsiyon tavuğa bırakmıştı. karnımız çok açtı. ben önce gelen salatayı ekmekle beraber hemen hemen bitirmiştim. ziyan olmasın diye suyuna ekmek batırarak karnımı doyurmuştum. hatta babam iyice yüzsüzlüğü ele alıp rakı bile söylemişti kendisine. onlar hala gelmemişti.


annem ve halamın kızı sevda abla benim niye orada olduğumu bilmiyorlardı. babam bir  gaflete düşüp  o kızın da geleceğini söyleyince onlara hemen durumu anladılar. bu benim için ölümün habercisiydi. şimdi ne zaman kıza elimi atsam annem bana “oo musti anlayalım eee ööö şşş aaa” şeklinde bakacaktı ben de utanacaktım. bize devamlı gülerek bakacaklardı kahretsin. kız gelmeden bir yerden kaçmayı düşünmüştüm. iğrenç dakikalar beni bekliyordu.   ama yapılacak bir şey yoktu.  kafamda senaryolar yazıp, oynarak beklemeye başladım. bir tane de bira söyledim kendime.  biranın yarısına bile gelmeden , olanları düşünemeyecek kadar sarhoş olamadan gelmişlerdi. iğrenç dakikaların habercisi olan bu olay beni ne kadar yıldırsa da o kızı gördükten sonra bunlar minimum seviyeye inmişti. hala taş gibiydi. biraz daha olgunlaşmış, gelişmiş bir kadındı artık o. bebek gibiydi. ama ilk görüşmemizdeki gibi  milyonlarca kızla buluşmamama rağmen milyonlarca kızla buluşuyormuş gibi davrandım kıza. oturduk. toplam 3 aileydik herkes neşeli hal hatır sorma faslına geçmişken ben de fırsattan istifade kolumu onun omuzuna koymuştum. kadınlara karşı bu yavşaklığımın sebebini 15 yıllık kadınsız hayatıma bağlıyorum.


daha buluşmamızın ilk saniyelerinden babasının tatsızlık çıkaracağı görülüyordu ama bunu görmeme rağmen görmüyormuş gibi yapıp kızla muhabbet devam ediyordum. biraları su gibi götürüyordum o ise çok yavaş gidiyordu. inceden kafam bulanıklaşmaya başlamıştı ve arka fonda yayla türküleri çalmaya devam ediyordu.  bir süre sonra umrumda olmamaya başlamıştı bu. alkolü bedava olan bir otelde gibiydim. garson her geldiğinde büyükler mütevazi bir şekilde “bir tane bira alabilir miyim ” derken gençlere geldiğinde ” koçum ortaya salata aldırt 5 bira getir kuruyemiş aldır donat masayı” diyorduk yüzsüzce.  babamın bana verdiği üç bira sınırlamasını çoktan geçmiştim ve kızla romantşk dakikalar yaşıyorduk. mutluyduk. ben de iyice bıraktım kendimi kıza.


romantik dakikaların üzerinde bir kara bulut gibi doğan kızın babası oldu. ilerleyen dakikalarda yaklaşık 4 saattir omuzunda olan kolumu bir türlü indirmediğimi görünce müdahale etme gereği duymuştu ve elime sert bir şekilde vurdu. şakayla karışık ” çek la kızdan elini” demişti. ben de ciddiye almama rağmen ciddiye almıyormuş gibi yapıp güldüm. tatsız dakikalar ortaya çıkmıştı.  moralim iyiden iyiye bozulmasına rağmen elimi çektim ve eğleniyormuş gibi yaptım. annem ve sevda ablamın bir gözü sürekli bendeydi. ilk buluşmadaki “nesli tükenmiş hayvanları çiftleştirme” sendromu yine başlamıştı. bir yandan babam “yavaş git” manasında bana ikazlarda bulurken mimikleriyle biz masayı donatmaya yüzsüzlüğün bokunu çıkarmaya devam ediyorduk. en azından ben devam ediyordum ve bira içiyordum sürekli. babam bir yandan masaya eşlik ederken bir yandan da sanatçı kadına bakıyor ve ” bu hangi bağın  üzümü acaba ” şeklinde göz atıyordu.


misafirlerin gelmesiyle beraber sonu gelmeyen bir fotoğraf çekilme silsilesinin içinde bulmuştuk kendimizi o kızla. özellikle bizi çekiyorlardı.  eminim ki babası eve gittikten sonra 342 tane fotoğrafımın her birine ayrı ayrı sövmüştür.  magazin dünyasında gibiydik. “sadece arkadaşız” şeklinde bakış atmama rağmen flaşlar üzerimizde patlıyordu. 


babasının son uyarısından sonra elimi kızın omuzundan çekmiştim ama kendimi çekmiş miydim ? tabii ki hayır. “elim atmadan da romantik dakikalar yaşayabiliriz” diye düşünerek yine kızla muhabbet etmeye devam etmiştim. onun babası da haklıydı ben de. sonuç olarak ergenlik aşkımdı o benim ve ondan hoşlanıyordum.  biraz yakınlaşmamızın bir sakıncası olamazdı. ancak o da haklıydı ki kız babaları kızlarını gerçekten çok kıskanırlar. böyle bir durumu kaldırmak zordur onun için. bu yüzden hala ona kızmıyordum.  o da haklıydı. bütün bunları düşünürken halay çalmaya başlamıştı.  ortamda 300 kişi olmasına rağmen her zamanki gibi sevda ablam annem ve diğer kadınlar halaya kalkmışlardı. kızın babası babam ben ve o kız masada oturuyorduk.  babam hayatı boynca böyle oyunlara katılmazdı ama o gün eğence olsun diye çıkmıştı sağolsun. beni babası ve kızılya başbaşa bırakarak. bunun kediye ciğer emanet etmekten hiçbir farkı yoktu. karakter olarak kıskanç olan babası alkolün de etkisiyle iyice çileden çıkmıştı. ben de yeterince alkol almıştım ve bunu idrak edemeyip kızla muhabbete devam ediyordum. o gün hayatımın en yüzsüz günlerin birisiydi.  derken babası beni yanına çağırmıştı. içimden tokatlayacak diye geçirmiştim. gittim yanına. kulağıma ” oğlum fazla yakınlaşmıyorsun değil mi o senin bacındır ” demişti. o modern babanın altında bir aktaş karakterinin yattığını nerden bilirdim. bacı ne demekti. ama söyleyiş tarzı ” oğlum son demlerini yaşıyorsun sikerim seni valla ” der gibiydi.  ben de gayet mutlu bir şekilde ” tabii ki abi ” demiştim. yine yerime oturdum bu sefer kendimi biraz geriye çekmiş biramı yudumluyordum.  derken annem geldi yanıma halayı bırakıp. bir o eksikti zaten şu ortamda. hiç bir zaman yapmayacağı şeyi yapıp beni halaya kaldırmak istedi. ben de bütün bu 2 ayı çöpe atmamak için kabul etmedim. ama annem ısrarlıydı. nedenini hala çözemediğim bir biçimde o gün fena halde yalvarmıştı bana. kızın yanında böyle birşeyin olmayacağını bilmesi gerekirken bu durum beni çok sinirlendirmişti. üstüne üstlük feryat figan bir şekilde” bir bayan erkeği davet ediyorsa asla reddedilmez oğğluuuum” diye yalvarmıştı. sinir katsayılarım tavana vurmuştu. silahı çıkarıp ” yettiniz lan amına koyduklarım” diyip ateş etmek istedim o an.  ama yapmadım. ” hayır anne” dedim. o da büyük bir kırgınlıkla halaya geri döndü. kısa bir süre sonra da halay bitti ve herkes yerlerine geçti..


ben hesaba ötv vergisi gibi ambargo koymaya devam edip sürekli bira söylüyordum. kalkmaya kısa bir zaman kalmıştı.  her ne kadar güzel gibi görünse de bu iğrenç zamanın geçmesini beklemeye başladım. sağa baksam annem imalı şekilde göz atıyor , sola baksam kızın babası beni çekip vuracakmış gibi bakıyordu. iki arada bir derede kalmış bir şekilde son biramı yudumluyordum. çok geçmeden hesabı istediler.  hesabı ödeyince içimden ince bir gülümseme gelmişti. çok trmiz bir şekilde içmiştim. çok yazık olmuştu.  nihayet kalkma vakti gelmişti ve vedalaştık o kızla. çok memnun kaldığı belliydi. ve ben o ana avrat sövdüğüm türkü bara yine söverek arabaya bindim eve doğru yolu koyulduk..

15 Ağustos 2012 Çarşamba

hayatı boşvermek üzerine


herhangi bir insanın hayatı bırakması için bir çok nedeni vardır.  saymakla bitmez. eğitim sisteminin saçmalığı , siyasetçileri bizi sömürmesi , dünya üzerinde her gün açlıktan ölen insanların olması , haksız şekilde gelinen rütbeleri görmek vs. bunların hepsi isyan etmek için hatta herşeyi boşvermek için çok güzel sebepler.

ben de bunlardan biriydim. hayatı bırakmak için fırsat kollayan insanın öznesini oluşturmaktaydım. derslere  çalışsam sistem adaletsizdi. kitap okusam okuyan insanlara kızlar bakmıyordu mesela. bir sürü yolun kapalı olduğunu kabullenip bunun adına anarşizm dedim kendi içimde. bir şey için çabalamıyordum. mücadele etmedim mesela o zamana kadar. sürekli isyan edip bira içtim. isyanımda haklıydım ama. çevremde hep adaletsizlik vardı. ve bunu görünce her zaman kaybedeceğimi anladım. anlamamla beraber de hayatı boşverdim 2 sene boyunca. bunda ilacın etkisi de vardı. sadece bira içip sarhoş olmaktı tek dileğim. yaptığım hareketleri önemsemiyordum. hiç bir şeyi önemsemiyordum.

ama normal bir insan karakteri biraz zaman sonra şunu soruyor kendine :" hayatı boşvermek , isyan etmek güzel. ama sen o isyanı etmekte ne kadar haklısın ." 

haksızdım. çünkü  hayatta hiçbir şey için mücadele etmemiş ve mücadelemin sonucunda kazanmamıştım.  ne konu olursa olsun. mücadele etmeden bırakmıştım hayatı. babamın bana verdiği harçlık ile bira alıp sarhoş oluyordum ve hayata küfrediyordum.

ilk başta dediğim gibi hayatı bırakmak için çok fazla yol vardı önümde.  ben bırakmıştım bir süre. hiçbirşey için çaba sarfetmeden ve mücadele etmeden. tecrübe sahibi olup hayatı boşvermekle hiçbirşey yaşamadan boşvermek arasında çok fark var. ben yaşamadan bıraktım. mücadele etmeden. çabalamadan.

peki bu kolaya kaçmak değil miydi ? hayatında bir kez olsun azmetmemiş bir insandım ben. tüm sistemi , adaleti geriye bıraktığımda aslında kendi karakterime olan güvenimin olmadığını gördüm. çünkü hiçbir şey kazanmamıştım değerli dostlar. mücadele etmemiştim. ve kolay yolu bulup isyan etmiştim herşeye. haklı sebeplerim olmasına rağmen yediremedim bunu kendime ama. 

bunu şimdi anlıyorum. insanın isyan etmesi için öncelikle kendi karakterine saygı duyması lazım. birşeyleri başarması veya o şeyler için mücadele etmesi lazım. bunları yaparsan isyan etme lüksü doğabilir sana. ama şimdi isyan etme lüksümüz yok. sadece kolaya kaçıyoruz. önümüze çıkan her engelde isyan ettikçe bir nevi o mücadeleden kaçıyoruz. ve bunun adına da isimler takıyoruz. ama yanlış.
isyan etmek demek mücadele etmeden hayatı bırakmak değilmiş. bunu gördüm gerçekten. insan birşeyleri başardıktan sonra isyan etmeli.

o zaman durmayalım. savaşalım birşeyler için. emek verelim. ter akıtalım. çaba gösterelim ki isyanımızın bir değeri olsun değil mi ?

7 Ağustos 2012 Salı

özgürlük..


anarşizmi yavaş yavaş benimsediğim zamanlarda beni dumura uğratan bir soru vardı : o kadar özgür insan kimseyi ciddiye almadan yaşayabilir mi ? 

bu soruya cevap bulamadım. devlet yok. yasa yok. güç yok. peki bu insanlar ne yapacak ? her türlü pisliği yapmaz mı ? ya da insanlar ne kadar özgür olabilir ?

lise üçe gittiğim  dönemlerde yaşım gereği çok sosyal ortamlarda bulundum. ama bu ortamların önünde anne-baba engeli olurdu. eve geç gelmek , arkadşaın evinde kalmak , alkol alıp eğlenmek gibi olaylara karşı annem ve babam hep katı bir tutum izledi. neden sonra bu olayı evren'e bırakmışlar ve onlar bir şey dememeye başladılar. evren anne-babama karşı bir kalkan gibiydi gerçekten. eve geç geldiğim zaman bir şey demezdi veya yalan söyleyeceğim zaman. mantıklı bulursa destek bile çıkardı. 

bir gün annemle tartıştığım zamanda tribe girdim. arkadaşlarla buluşacaktım ve geç gelecektim. br hışımla odaya girdim üzerimi değiştirdim. çatacak yer arıyordum ve evren'e " abi ben bugün arkadaşlarla buluşacağım ve alkol alacağım" dedim. "tamam" dedi.  çatacak yer arayan birine karşı söylenmemesi gereken son söz. " tamam " dedi. "telefonun açık dursun" 

bu cümleden sonra garip bir hal içine girdim. nasıl olurdu ? resmen benim suratıma bile bakmadan onay vermişti gitmeme. bir şey demeden evden çıktım. evren o akşam beni aramadı. önceleri garipsediğim bu durum sonraları sıradanlaştı. evren yapacağım her işe karşı " iyi yap banane " diyip beni başından savıyordu ve ben ona güvenip sadece sorunlarımı ona açar oldum.

bir süre sonra evren'e olan saygım annem ve babama olan saygımı katladı. umrumda bile değildi eğer evren bir şeyi yapma diyorsa düşünüyordumve yapmıyordum büyük ihtimalle. ama diğerlerinin yapma dediği şeylere bir eğilimim vardı. zaman geçtikçe sadece evren'in kararlarına saygı duymaya başladım. beni anlyordu ve en önemlisi beni özgür bırakmıştı. seneler boyunca türk ailelerinde saltanatı süren " disiplin " kanununu çiğnemişti. annemin "yapma" dediği şey iel evren'in dediği arasında dağlar kadar fark vardı benim için. ve hayatımda kimseye bu kadar saygı duymamıştım ben. ama evren'e duydum.

abi triplerine girmediği için. gereksiz disipline sokmaya çalışmadığı için. hayatımda hiç bir zaman "banane"  lafı bu kadar çekici gelmemişti bana. 

anarşizme gelince. evet anarşizm böyle bir şey. özgürlüğü veren insana sevgi yürekten olur efendim. bunu bilin. özgürlük kısa vaadede de olsa herkesin tatmasını istediği bir şey. ben onu tattım. ve onu bana veren insana burdan bir kez daha sevgilerimi iletiyorum. 

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Çözümü Tesellide Aramak


hayatım boyunca çareyi hep tesellide aradım. hatta bunu alışkanlık haline bile getirmiştim. öyle büyük bir söz gibi durmasın. çareyi tesellide bulmak demek bir sorun hakkında ağlayıp insanların seni teselli etmesini beklemektir. kısa süreli mutlu olursun ama çözüme kavuşamazsın.  bu devamlı tekrar eder ve devamlı mutlu olmak için teselli aramaya başlarsın. ama o sorun hiç bir zaman çözülemeyecektir.


bunu alışkanlık haline getirdiğim günlerde en büyük sorunum kendimdeki özgüven eksikliği ve ergenliğin neticesinde kız roblemiydi.  boyum kısaydı , kızlar yüz vermezdi falan. buna çok moralim bozulur devamlı hüzünlenirdim. tek çarem abimdi o zamanlar. beni ciddiye alan tek insandı diyebilirim. hala da öyle gibi bir şey. kız olaylarında evren'e sürekli ağlar dert yanardım. o da beni teselli ederdi. benim yaşımın küçük olduğunu zamanla olacağını söyler dururdu ve bu olay 6. sınıftan lise 2 ye kadar devam etti. düşünebiliyor musunuz ? t5 sene boyunca ağladım ve evren 5 sene boyunca teselli etti. mutluydum çünkü devamlı pışpışlanıyordum.  bu yapılan şeyin bende yarattığı etkisinden kurtulmam 5 seneme malolmuştu. napıyordum lan ben ? kız problemi olan normal bir insan kendine bakım yapar , konuşmasına dikkat ederdi. ama ben hala bok gibi suratımla , iğrenç bir konuşma tarzıyla ağlamaya devam ediyordum. bunun neticesinde kızların bana bakışı değişti mi ? hayır. sevgilim oldu mu ? hayır. 


bir zaman sonra bu yapılan şeyin aslında güçsüz insanların yaptığı bir şey olduğunu algıladım.  sorunu çözmekten çok o sorun için teselli aramak , gönlünüzün hoş tutulması o sorundan çok egonuzun olduğunu gösterir.  çünkü sorunu çözmek değil sorunun sizi eksiltmeyeceğini duymak istiyorsunuz. yani kendinizi düşünüyorsunuz. bundan vazgeçip sorunu çözmek için bir adım atmamız gerekiyor.


bu konuyu nerden açtım.  geçen gün yine aile toplantısında alkol aldık. ve her zaman ki gibi annem isyan etmeye başladı. annem garip bir insan. yaklaşık 20 yıldır isyan ediyor kendisi. hiç bir şey yapmayıp isyan ediyor. ve biz 20 sene boyunca onu teselli ediyoruz. ve insanın içini en burkan şey onun böyle hayatını tamamlayacak olması. bu bizi üzüyor. onu da üzüyor. 20 seneyi düşünün. 20 sene. yok oldu böyle. yapması gerekenleri yapmayıp sadece isyan etti annem ve böyle tamamlayacak hayatını. bunu anlatması kolay ama görmesi inanın çok zor. bu yüzden herkese tavsiyem : çözümü tesellide aramayın. gerçekten boşa vakit. çözüm için bir şeyler yapın. olmasa da deneyin.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Kadınların kendini cinsel obje olarak kabul edip cinsel obje olarak bakanlara karşı olması..


otobüs allah'ın emri. özellikle de öürenci için. hayatmın son 3 yılı 297 otobüsünün içinde geçti.  kadınların kendini cinsel obje olarak kabul edip cinsel obje gözüyle bakmalarına karşı çıkıyorsanız size sadece 1 ay halk otobüsü seyahati öneririm canlar. beni daha iyi anlayacaksınız eminim ki.


yine otobüse bindiğim bir gün şans eseri oturmaktaydım. binen bir bayan yolcuyu seyrettim. hafif yaşlı yüzü evlat olsa sevilmeyecek kadar tiksinçti. hareketlerini izledim bir süre. parayı verip gözüyle boş koltuklara bakındı.  ama koltuklarda erkekler oturuyordu hemen hepsinde  diğerleri de boş değildi. kadını bir can sıkıntısı aldı. çünkü bir erkeğin yanına oturmak demek erkeğin o kadını bayıltması , bayılttıktan sonra tecavüz etmesi demekti. bunu biliyordu.  yine de umudunu kaybetmeyip ekşimiş bir suratla arkalara doğru yola çıktı ve en az 10 tane boş koltuk vardı otobüste. sabırla izledim. bir erkeğin yanına oturamıyordu hanım efendi. sonra bir yere oturma kararı aldı ama hayatındaki en zor karardı diyebilirdim. hiç tanımama rağmen bunu yüzünden okurdunuz.  erkeğin yanına oturuşu ile moral bozukluğuydu. saçları süpürge çöpü , tipi karidese benzeyen bu kadın erkeğin yanındz oturmadan önce üzerini başını iyice düzeltti.  tişörtü aşağıya çekti pamtolonunu yukarı çekti. 5 dakika dolanma 5 dakikada bir erkeğin yanına oturma hazırlanmasıyla nihayet oturabildi yerine. bir süre sonra bir kadının yanı boşalınca kendini can havliyle onun yanına attı.


nedir efendim şimdi bu siz söyleyin. bu ne lan. nedir bu kendini beğenmiş tavır ve her an bana tecavüz edebilirler korkusu. hadi aynayabakmadın onu anladım. insanlara böyle yaparak abaza damgası vurmana sebebiyet veren şey nedir ? neden yaparsınız bunu ?sizler cinsel obje değilsiniz. ve ülkemiz daha şeriatla yönetilmiyor. bir erkeğin yanına oturmayı bu kadar büyütebilecek bir kafa yapısı kendini tamamen cinsel obje olarak kabul etmiş bir kafa yapısı değil de nedir?


bir keresinde de otobüs doluydu ve allah belamı versin ki fren yapıldığı sırada elim oturan kadının omuzuna çarptı. bu olayo tecavüzle eş değer tutan başka bir kadın milleti var mıdır acaba merak ediyorum. kadının yüzü ekşidi üzerini toparladı ve 2 saat sürecek olan üfleme olayına başladı. 


bunlar sadece iki örnek. ve sadece otobüste yaşanan örnekler. bir kadının arkasından yürümek zorunda kaldığınızda onun tişörtünü aşağıya çekmesi, iki de bir arkasına bakıp ürkmesi , rahatsız tavırlar sergilemesi veya karşıya geçmesi. bütün bunlara sebep olan şey nedir ? ne yapacağız ulan size. hemen her ortamda erkek gördüğü zaman şekilden şekile girenler erkeklerin hepsine abaza damgası vuruyor. ve sonra da " bizi cinsel obje olarak görüyorlar  diyor. sen kendini önce insan olarak kabul et türk kadını ! sen insansın biz de insanız. bir an önce erkekleri aç kurt gibi görmekten  vazgeç.  kendi varlığını bacak arana değil , beyninle kabul et.