17 Mayıs 2013 Cuma

kabusumuzun adı : bigehan otel


annem her sene sonunda güzel bir tatil isteğini yenilerdi. onun yanında ben de güzel bir tatile hasrettim.  annem kadar istemesem de "olursa iyi olur" düşüncesi vardı aklımda tatile karşı. geçen sene evren ile tatile gitmişti annem. annem her zaman odluğu gibi bu yaz ayında da tatil istemiş , babam evren ve beni gerginliğe sürüklemişti. daha çok da beni. çünkü evren geçen sene ona eşik ederek sırasını savmıştı. genelde sadece erkek erkeğe bir tatil istediğimiz için annemle gitmeye pek sıcak bakmıyorduk.  ama sıra bana gelmişti ve bu sefer saklanacağım bir bahane de kalmamıştı. olaya iyi yönünden bakıp sınırsız alkol düşüncesiyle annem ile tatil yapmaya razı olmuştum.  yorucu bir seneydi ve güzel bir tatil geçirmek istiyordum. ama en çok da evren ile tatil yapmayı istiyordum. kafa dengim bir insandı ve onun yanında kendimi güvende hissederdim. 


annemin çocukluk hayali olan fethiye - ölüdeniz' e gitme kararı aldık. annem internet sitesinden acenta aracılığıyla güzel bir tatil köyü bulmuştu. en azından sitede yazılan özellikleriyle bizi mest etmişti. sınırsız alkol , açık büfe ,  denize saat başı kalkan servisler, her odada mini buzdolabı , kablosuz internet bağlantısı vs. bunları duyunca benim de içimde kıpırtı başlamıştı. tek istediğim evren'in de gelmesiydi. sonra bizi kimse tutamazdı.


evren'i ikna çalışmalarım tatile az bir süre kalıncaya kadar devam etti.  ve sonunda o da vicdan yapmış olacak ki kabul etti. işte buydu ! kafama göre bir tatil muhteşem bir 7 gün beni bekliyordu. inanılmaz mutlu olmuştum evren gelince.  hayallerle geçen üç günün sonunda valizleri hazırlayıp otobüste bulmuştuk kendimizi. boktan bir otobüs şirketi ile gidecektik ama umrumda bile değildi. otobüse oturduğumuz da internet vardır düşüncesiyle  leptopuma sarılmıştım ama yoktu. nasıl olsundu. çaresiz bir şekilde oyun açıp oynamaya başladım. bunun üzerine yanımdaki adamın oğlu gözlerini bilgisayarıma çevirdi. onun en sevdiği oyun çıkmıştı. bunun üzerine çocuğun benim oyunumu izlemesi için yer değiştirdiler ve yolculuk boyunca 10 saati bana işkenceye çevirecek çocuk yanıma oturmuştu. 10 11 yaşlarındaydı. o yokmuş gibi oyuna devam ettim. beni bütün dikkatiyle izliyordu. bir süre sonra sıkıldım ve laptopu  kapattım. yolu seyretmeye koyuldum. 


yolu uzunca bir süre seyrettikten sonra götümde hareket eden bir şeylerin olduğunu hissettim. sinek olamazdı bu. rahatsız olup yanıma döndüğümde çocuğun uyuduğunu ve ayağını şuursuz bir şekilde götüme iteklediğini gördüm. babası bize bakıp gülüyordu.  ben de hiç gülmek istememe rağmen güldüm sahte br şekilde. ancak çocuğun bu kelkinmesi zamanla bitmesi gerekirsen daha da arttı. bir süre sonra daha samimi olup elini göbeğimde , bacağımda gezdirmeye başladı. sesimi çıkarmadım. uyuyamıyordum ve çocuğu çekmeye başladım. otobüs muavini bir süre sonra yiyecek , içecek dağıtmaya başladı.  kola istemiştim. ancak yanımdaki çocuğun yaş ortalamasını iyice düşürmesi nedeniyle bana çeyrek bardak kola verdi.  itiraz etsem " bu yaşta midene zarar bunlar çok içme " diyecek gibiydi. sesimi çıkarmadım. yarım salisede biten kolanın akabinde çocukla yiyişmeye kaldığım yerden devam ettim. ayakkabılarını çıkarmış kendini iyice salmıştı.  askerde kocasını bekleyen bir kadın gibi ateşli bir şekilde bedenimde hareket etmeye devam ediyordu.


bir süre sonra otobüs mola verdi ve ben yarım saat de olsa bu işkenceden kurtulmuştum. tost yedik tuvalet ihtiyacımızı giderdik ve tekrar otobüse bindik. çocuk kaldığı yerden devam etse de ben artık hissetmiyordum. arsız babası da uyarmak yerine çocuğuna şirinlik yapmaya devam ediyordu.  annem ve evren arkada otobüs yolculuğunun tadını çıkarırken , ben de çocuğun ayağını altımdan çıkarmaya çalışıyordum. 10 saatlik yolculuğum bunlardan ibaretti.


fethiye'ye geldikten sonra hiç uyku görmeyen gözlerim , yorgun bedenim ve 10 saatlik sevişme sonucunda ağrıyan belime rağmen mutlu olmuştum.  indiğimiz yerde yemek yedikten sonra dolmuşa binip otele doğru yola çıktık.  dolmuştan indiğimizde  varolan şey önümüzde duran , sonu görünmeyen bir yokuştu.  ancak mutluluğuma gölge düşürmemişti bu yokuş. tam aksine o yokuşu koşarak çıkıp kendimi havuza atıp alkole vermeyi düşünüyordum. saat sabahın sekiziydi. otele geldiğimizde aslında o kadar enerjik olmadığımı hissettim ve kendimi resepsiyondaki sandalyeye bıraktım. otelin görünüşünden biraz işkillenmiştim çünkü internette okuduğumuz gibi değildi. resepsiyon odamızı hazırlarken biz de evren ile oteli turlamak için yola koyulduk. ancak "turlamak" eylemini gerçekleştiremeyecek kadar küçük bir oteldi. yavaş yavaş rüyadan uyanıp gerçeklerle tanışıyorduk. evren ile bara bakmaya karar verdik.  alkolün olduğu hemen her yer yuvamız gibiydi bizim. efes şişelerine bakıp huzur bulmak istedik. bara baktığımızda raflarda skol ve marmara gold şişelerini görünce kafamızdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. böyle bir şey olamazdı.  mümkün değildi bu. inanmak istemiyorduk. skol neydi ? marmara gold neydi ? yine de polyannacılık oynayarak " yok yaa efes vardır " diyip sineye çektik bu iğrenç görüntüyü. internette tanıştığımız zayıf kızın , gerçek hayatta kilolu çıkması gibi birer birer hayal kırıklığına uğruyorduk. her saat başı denize olan servis yalan çıkmıştı.  masa tenisi , bilardo gibi etkinliklerin aslında olmadığını acı bir şekilde öğrendik. alkol olayı bizi sarsmıştı ve kafamız oradaydı. başka şeyler hissetmiyorduk.


uykusuzluğun verdiği yorgunlukla inanılmaz derecede sinirliydik. bu sinirin üzerine annemin durmak bilmeyen çenesi bizleri adeta işkenceye mahkum etmişti. bütün bu sorunlara eklenen bir sorun daha annemin susmamasıydı. odamızın hazırlanacağını söyledikten yaklaşık yarım saat sonra resepsiyondan ayrılma gücünü kendimizde bulabildik ve otelin içinde masa bulup oturduk. annemin çenesi ve yaşadığımız hayal kırıklıkları aynı hızda devam ediyordu. bir insan bu kadar konuşamazdı. konuşsa bile o yorgunlukla dayanamıyorduk artık. evren ile ben bayılmak için yer arırken annem 3 yaşındaki bir çocuk gibi bitmek bilmeyen enerjisiyle resepsiyona gidip tatsızlık çıkarmıştı.  her şeye itiraz edip görevlilerle konuşuyordu. biz ya sinirden ya da yorgunluktan ölecektik. başka çıkar yolu yoktu. yarım saat bir saate çıkmıştı ve annemi resepsiyondan aldık. masada oturmaya devam ettik. annem beklenen bir şekilde susmamaya devam ediyordu. biraların boktan olması , otelin yalan olması ve annemin susmaması akabinde yorgun olmamız ve otel görevlilerinin odayı temizleyememesinden ötürü komaya girmiş gibiydik.  bir ara gerçekten allahın olduğunu ve bütün bunları bizi sınamak için yapmış olabileceğini düşünmüştüm. çünkü bu kadar eziyet ancak doğa üstü bir canlının yardımıyla olabilirdi. ama hayır. yaklaşık 2 saatlik komadan sonra odamız hazırlandı.  odaya nasıl bir sevinçle çıktıysam hatırlamıyorum. mutluluk sarhoşu bu olsa gerek. tek istediğimiz annemin susması ve uyumaktı. öyle yaptık. yatağa yattıktan hemen sonra uykuya dalmıştım.  tek hatırladığım biz yataktayken annemin son sürat konuşmaya devam etmesiydi.


uyandıktan sonra yine " hayata güzel açıdan bakma " politikamızı devam ettirdik. kalkıp yemek yedik sonra havuz kenarında bir şezlonga oturduk.  ben cevabından korkmama rağmen cesaretimi toplayıp barmene " hangi biralar var ? " diye soru sordum. kısa bir süre bakıştık. gerekli cevabı verdiği takdirde sevinçten kendimi havuza atacaktım.  bu cevap 7 günlük tatilin kilit noktasını oluşturuyordu. bel kemiğiydi. bu cevap olmayan oyun salonuna , olmayan internete , olmayan mini buzdolabına bir darbe vurup , bizleri gün yüzüne çıkarabilirdi. bütün bunlar içimden geçti. "haydi" dedim. " haydı barmen kardeş, dök bizi sokaklara..."


barmenle kısa kesişmemizden sonra cevap verdi  " skol ". hayatta değildim. kopmuştum. beni hayata bağlayan daha da önemlisi bu otele bağlayan tek damarım , şah damarım , çocukluk sevincim kopmuştu. ben kopmuştum o vakitten sonra. demek skol ha ?  skol. bildiğimiz skol. tadı saman suyunu andıran skol. işte o skol. bize 7 gün boyunca arkadaşlık edecek lanet içecek. " bir insan biradan ne yaparsa soğur  ? "sorusuna verebileceğim tek cevbım "ona sıcak bir skol bira verin daha da içemez zaten" olurdu. biradan soğumaya adım adım yaklaşmıştım. bu kötü haberi evren'e birden söylemem gerekirdi çünkübir sevinçle bara gidip biranın skol olduğunu görür hayal ırıklığına uğramasından daha olumlu sonuçlar vereceğini düşündüm. şezlonga gittim ve " evren biralar skol'muş abi " dedim. hiç tepki vermedi. ama biliyordum. biliyordum ki onun da dünyası başına yıkıldı. onun da hayatındaki tek bağ kopmuştu biliyorum.  yine de asıl darbeyi görmemiştik. asıl darbe de biraların olabildiğince sıcak olmasıydı. yılmıştık. daha tatilin ilk gününden hayata gözlerimizi yummuştuk..


tüm bu olumsuz şeylere rağmen kafamızı iyi edecek bir içecek telaşına düştük. içtiğimiz iki bira o kadar sıcaktı ki bu sıcaklıktan dolayı başmız hafif bir şekilde dönmeye başladı. yapabileceğimiz bir şey yoktu ve barmenden votka istedik. eyüp sabri tuncer kokulu bu iğrenç şeye bizi mahkum edenler utansınlardı. evren iğreçliklere alışık olduğu için cin istemişti. otel bizi nasıl bir hale soktuysa beynimizi feci şekilde uyuşturup herşeyi unutturacak bir şeyler istiyorduk. çareyi votkada bulup , sessiz bir yer seçtik kendimize.  otel ne kadar kötü olursa olsun biz iyiydik ve hoş sohbetle yaklaşık 5 bardak votka ve cini gömdük. bana bir şey olmamıştı ve daha da fazla içmek istiyordum. tepemizdeki güneş ile beraber 2 sat boyunca güzel sohbetle yavaştan kafayı bulmuştuk.  annemizi yalnız bırakmak ayıp olur diye son bardakları da içip onun yanına gittik. bana bir şey olmamıştı belki ama kendimi özürlüler için yapılmış yolda kaymaya çalışırken buldum. kayarken sendeledim ve az daha yere çakılıyordum. evren arkamda gülüp espri yapıyordu. biri 18 diğeri 25 yaşındaki iki insanın düştüğü bu durumu neyseki kimse görmedi. yürürken sendeliyordum. akşam yemeğini allahın siktir ettiği bir saate koymuşlardı ve 4 saat vardı daha.  markete gidip sigara almaya karar vermiştim. başım felaket bir şekilde dönmeye devam ediyordu. o yokuşu zikzak çizerek indim ve market aramaya koyuldum.  ilerde taksi durağı vardı. orada bana yardımcı olabilirlerdi. taksi durağına gidip içeride birisinin olup olmadığına bakmıştım. umudumu kaybedip geri gidecekken arkamda bir taksici belirdi. " nevar ne oldu ? " sert bir giriş yapmıştı. ağzımın döndüğü kadarıyla " abu bu ciğarda makeh var mıha"(abi bu civarda market var mı ya ? ) adamda nedenini anlamadığım bir sinir harbi vardı. dövecekmiş gibi " bak bakayım burda market tabelesı mı var ? " dedi tersleyerek. bi an için kendimi dilenci gibi hissettim. diğer tarafta çay içen turistler bana bakıyordu. sanırım dövmeli bir dilenci ile ilk defa karşılaşmışlardı. " tığam ağbiğ kolgelsi" ( tamam abi kolay gelsin) diyerek yürümeye başladım. market tabelası olan bir yere destursuz girdim bu seferde. içeri girmemle 3-4 kişinin karşımda el pençe divan durduğunu gördüm. "tatil yerlerinde demek ki bakkala girenlere bile hürmet gösteriyorlar" diye düşünüp , hiç alışık olmamama rağmen alışık olmuş gibi yapıp elit bir şekilde gülümsedim. " abi siğıra varmı buğada" (abi sigara var mı burada) dedim. "restorantta sigara ne arasın canım " dedi. etrafıma baktığımda gerçekten yemek yiyen insanlar gördüm. ne olursa olsun güzel bir intiba bırakmak için "goay gelsiayırlişler" (kolay gelsin hayırlı işler) dedim ve oradan çıktım. az ilerde efes pilsen logolu bir yer vardı. gözümden iki damla yaş gelmişti o anda. hey gidi koca efes pilsen. ankara'da olsam küveti efes ile doldurup banyo yapardım. diplerini içemezdim mesela. insan sevdiği bir şeyi kaybedince değerini anlar diye söz vardı. aynı efes pilsen ile beni anlatıyordu bu söz. değerini bilememiştim. keşke şimdi biri çıkıp " musti şu efes'in dibini içsene ya " deseydi. ona dünyaları verirdim. hüzünlü bir şekilde markete girdim. sigarayı aldıktan sonra tekrar yola koyuldum. ancak otelin yolunu pek hatırlayamadım. yokuş gibi bir yer bulunca çıktım. kapısı vardı. açtım kapısını. elimde sigara paketleri ile yürürken yanımda havuz belirdi birden. etrafıma baktığımda bizim otele benzemeyen otel ve bizim otelin insanlarına benzemeyecek kadar elit insanlar vardı. oraya bilerek girip hava alıyormuş gibi yaparak etrafıma baktım ve sonra çıktım. başka bir otele girdiğimi sonra anladım. şeş kaza yokuşu buldum otele vardım. yemeğin başlamasına saatler vardı. evren ile uyumaya karar vermiştik.biz hala sarhoş  olduğumuzu inkar ettiğimiz anda kendimizi odada bulmuştuk. ne çabuk gittiğimizi hatırlamıyorum. kafamı yastığa koyar koymaz dalmışım..


akşam yemeğinden 10 dakika önce annem odaya geldi ve beni kaldırdı. ancak evren kalkmamakta direniyordu. annem  ile güç bela evrenin kolundan yakasından tutup kaldırmamıza rağmen evrenin bilinci kapalı bir şekilde yatağa düşüyordu tekrar. 10 dakika uyandırmak için çalıştıysak da uyanmadı evren. çaresiz bir şekilde onu odada bıraktık.  yemekte izdiham vardı ve insanların suratları ekşimişti. şaşırmıştım. şaşkınlığımın nedeni yemekte köfte-patatesin olmasıydı. insan bu yemeğe karşı neden dudak büksün ki ? bunu düşündüğüm arada bir ahtapot gibi kaşığa sarıldım ve görgüsüz gibi tabağıma boşalttım köfteleri. insanlar zorla yemek yiyorlardı ve hala çözememiştim. yahu arkadaşım köfte bu lan köfte. diğer yanda patates. neyini beğenmiyorsunuz ki ? bu sorunun cevabını ilerleyen günlerde alacaktım. yemeği yedikten sonra odaya çıkıp tekrar uyumaya karar verdim. " tatilde uyunmaz" diyordu annem. ona cevap vermedim. sadece bakışlarımla " bu otelde bi bok yok. biraları sıcak içilmiyor , uğraşacak bir şey de yok ne yapalım uyumaktan başka " dedim. o da anlamıştı zaten. hayat ona güzeldi. çünkü o normal hayatında da skol içiyordu.


onu bırakıp tekrar uyumuştum. votkanın etkisini henüz hissedememiştim ve yatarken burada ki kalan günlerimizin nasıl geçeceği hakkında kafa yordum. bir süre sonra gözümü evren'in sesiyle açtım. çocuk bekleyen baba gibi odada volta atıyordu ve sürekli söyleniyordu. olanlara anlam veremeyerek onu bir süre izledim. "ya musti bi kalk siktirme uykunu bi kalk ya" diyordu sürekli. onun şaka anlayışına verdim ve uyumaya devam ettim. ama evren diretiyordu " hala yatıyor abi kalk bi kalk ya. anahtar yok annem odayı kitlemiş ya. ya bu nasıl bir şeydir birden fazla kişinin kaldığı odada kapı kilitlenir mi ya . musti kalk siktirme belanı kalk çabuk ! " ben olanlara anlam veremeden gözümü açtım ama hareket edecek gücü bulamadım kendimde. uyku sersemiydim. evren'in sözleri başıma çakılan çivi etkisi yaratıyordu. " ya birden fazla kişinin kaldığı bir odada anahtar alınmaz ya "... menopoza girmiş bir teyze gibi sesini devamlı yükseltiyordu evren. 18 yıllık abimi hiç bu kadar sinirli görmemiştim. " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz hadi aldın kapı kilitlenmez ya allahım musti kalk sikerim seni ! " evren'in sinirli anını görmediğim için onu nasıl sakinleştiririm bilmiyordum. ama evren susmuyordu. " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz yaa ! akşam yemeğini kaçırdım bu nedir ya ".. bir süre sonra annem gelmişti ve ikisi kavgaya tutuşmuştu. ben yastığa kafamı koydum ve uyumaya çalıştım.  evren ısrarla " bak anne birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz kapı kilitlenmez.." diyip duruyordu. ikisin kavgasını izlerken aklıma babam ile annemin mutfakta yemek yaptığı günler gelmişti. ikisi aynı mutfakta kesinlikle gerilir kavga ederler sonucunda sinirlerini benden çıkarırlardı. özellikle de babam. yine ailedeki o kritik rolüm değişmemişti.  suçsuz yere uyandırılıp bu kavgayı izlemeye mahkum edilmiştim. evren " birden fazla kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz " diye tekrarladıktan sonra dışarı çıktık. 


yanında rahatladığım konuşurken insana huzur veren insanın bu kadar sinirli olmasına anlam verememiştim. neyseki kendine yakışanı yapıp umursamaz halini aldı ve sakinleşti. özür diledi. sanırım cin'ine tkisiydi bunlar. bende de hafif baş dönmesi midemde şişlik ağzımda iğrenç bir tat vardı. evren hala arada sırada " iki kişinin kaldığı odada anahtar alınmaz" diyordu. annem barmenden rica etmiş ve evren'e ekmek arası yapıp getirmesini istemişti. anne yüreği tabii. 10 dakika kadar sonra ekmek arası domates-salatalık geldi ve buna rağmen evren kaşla göz arasında bitirdi ekmeğini.  otelde yapacak bir şey bulamayınca dışarıda dolaşmaya karar verdik. otelden çıktık ve o lanet olası yokuşu inmeye başlamıştık. her şey o kadar kötü gidiyordu ki o yokuşun çıkmasının da olduğunu unutuvermiştik. gittik bir su aldık. oteldeki su duş alınan sudan farksızdı.  o günün nasıl geçtiğine dair aklıma başka bir şey gelmiyor maalesef. sanırım votkanın etkisiyle uyku sersemi gibiydim. gün bitmişti..


***


ikinci günün sabahında yemek yedikten sonra havuza girmeye karar verdik. şezlongumuzun yanında otel tarihinin belki de en güzel kızlarından biri vardı. evren ile ben iki aç kurt olarak hemen farketmiştik. o kadar güzel değildi ama otelin diğer kadın popülasyonuna bakıldığında kendisi bir mücevherdi. asi olduğu her halinden belliydi. dövmeleri vardı , ailesinin yanında sigara içiyordu.  onu görünce " vay anasını ailesinin yanında sigara içiyorsa ben bununla sevişirim bile" diye düşündüm. dikkat çekmenin yollarını arıyordum ama yeni kestirdiğim saç ile pek mümkün değildi. tatile gitmeden önce saçımı kestirme kararı almıştım. yine bir berber klasiği olarak adama az kes dememe rağmen çok kesmişti ve saçım sik gibiydi. asker gibiydim. amele yanıklarım , ters çıkmalı saçım koca götüm ve kısa boyum ile havuz kenarında kızın dikkatini çekmeye çalışıyordum. nafileydi. evren biraz daha şanslıydı bu yüzden. her zaman olduğu gibi. ama yine de onurlu mücadelemi sürdürüp sesli espriler yapmaya başladım. düştüğüm durum içler acısıydı. başka bir mekanda olsa bu kadar yılışmazdım ama bu kız belki 6 günü rüya gibi geçirmeme neden olabilirdi. sıcak skol biradan çok daha iyi olacağı konusunda evren ile görüş birliğine vardık.  havuz faslından sonra yemek yedik ve hüzünlendik. çünkü önümüzde 7 saat vardı ve yapılacak bir şey yoktu.  evren ile bara oturup zor da olsa bira içmeye karar verdik. barmen çocuk ile arkadaş olmuştuk. çok iyi bir çocuktu.  o da hayattan bezmişti. diğer otel görevlileri gibi. 


otel görevlilerindeki mutsuzluk , çaresizlik ifadesi bizi daha da çok yaralıyordu.  bira istediğimde " vereyim abi " diyişleri vardı mesela. o sıradan bir " vereyim abi " değildi. gözleri karamsarlıktan kısılmış , bedeni artık bu hayatı taşıyamayacak kadar bitkin bir ifade ile söylüyordu bunu. gözleriyle " vereyim tabi abi iç. vereyim yani. bize veren yok zaten. hayat bize vermeden aldı bütün sevdiklerimizi kollarımızdan. babam öldü annem öldü kız kardeşim lösemi. ama vereyim yine de biranı. senin için hayat güzel tabi vereyim be abi. vereyim ulan ! ne günahım vardı abi benim bu hayatta" diyordu. yine de mutluluk arayan gözlerim diğer elemana ilişiyordu. bu sefer o da bana " ne bakıyorsun yeğenim. hayat bizi buraya attı . çoktan ölmüşüm ben sen kendi derdine yan" gibi bakıyordu. bütün bu karamsar havada ağlamaklı bir şekilde kaynar skol biramızı yudumluyorduk. evren ile. o güzel kızı soruşturdum barmene. votkanın üzerine cin onun üzerine bira döküp içiyormuş. ince memed efsanesi gibi karşıladığım bu olayı duyunca kızın " ergen " olduğunu anlamıştım.  olsun.  sarılabileceğimiz başka bir liman kalmamıştı. 


normalde tatilde uyunmaz. ancak ben yatmak için fırsat kolluyordum. çünkü geçen her zaman lehime işliyordu ve bu oteldeki vaktimiz doluyordu.  tam emekli oteliydi burası. alkol alan insanlar enderdi. tek genç olarak evren ile ben o kız bir de 4-5 kişilik , papatya desenli uzun havuz şortu giymiş yağız delikanlılar vardı. nedense böyle insanlara her zaman kıl olmuştum. onlara da oldum tabii. " madem tatildeyiz ne kadar am görsek yararımıza " diye düşündüklerinden adım gibi emindim. durmadan şakalar espriler yapıp sempatik olmaya çalışıyorlardı.  odama giderken yine onları görüp sinirlenmiştim. sevmiyordum bu tarz insanları. yatağıma girdim uzun kıvranmalarım sonucu uykuya daldım. akşam yemeği için annem kaldırdı beni. karnım açtı. gittiğimde yine patates-köfte ikilisini gördüm yemekte. haftada 5 paket makarna tüketen bir yapımız olduğundan yadırgamıyordum bu durumu. tabağımı doldurup oturacağımız yere gittim. giderken o genç kızın suratını asık gördüm yemekten dolayı. ama yemeği sevmeme rağmen ben de astım dikkatini çekebilmek için.  hiç bir şeyin olmaması insanlara bunu da yaptırıyordu.  tabağımı 5 dakikada bitirip resepsiyona internete girmek için gittim. annem devamlı " oğlum evde de internettesin otur şurada " dese de ortamın sıkıcılığı , kızların olmaması olan kızın da bana bakmaması neticesinde canım sıkılıyordu. acentanın 23.30 da kapandığını söylediği alkol servisi 22.00 da kapanıyordu. bir kez daha lanet okudum. kaynar bira aldım kendime. yarısını döktükten sonra resepsiyona gittim.


ardından evren geldi ve bir saat oturduktan sonra annemin yanına geldik tekrar.yaz aylarında devamlı bir şey yapma isteğime karşı bigehan otel karşımda etten bir duvar örmüştü ve yıkmaya çalışıyordum bu duvarı. çare yoktu başka. evren'e dolaşmayı teklif ettim. kabul etti.  çünkü annem'de bir macera yoktu. birasını verdiğiniz zaman isterse bütün gün oturabilirdi. bunu istemiyordum. evren ile ayaklandıktan sonra evren'in oturduğu yere birisi sakız yapıştırmıştı. orospu çocukluğunun öznesi olan bu davranışın sahibinin , annesine güzel dileklerimizde bulunduktan sonra evren'in zoruyla odaya çıktık. sıcak biraların olduğu , bir tane güzel kız olmayan ve hayatta görüp görebileceğimiz en sikimsonik ortam olan burada şortuna yapışan sakızı kafaya takmıştı evren. bir şey olmaz dedim ama dinlemedi.  sanki şortu temizlese biralar soğuayacaktı . ya da güzel kızlar gelecekti otele. bu otel bizi karamsarlıktan öldürecekti ve daha ikinci gündeydik. yukarı gittiğimizde evren pantolon giydi ben de tuvalete girdim. bigehan otelini en çok seven bağırsaklarım olmuştu.  durmadan çalışma halindeydiler. dışarı çıktık. evren 15 tl para bulmuştu. şarap almayı teklif ettim. kabul etti ve markete gittik. telefonda " yerli yersiz her içki var " diye tanıtılan otelde çareyi eskisi gibi alkol almakta bulmuştuk.  efes tabelasını görünce yine hüzünlenmiştik. ahh efes ! gönlüm hep seni arıyor neredesin sen ?


evren ile içkilere bakarken bu ortamın alkol çalmaya ne kadar müsait olduğunu gördük. otelin sinirini küçük esnaftan çıkarmak istedim ama yanımızda çanta yoktu. 1.5 litrelik şarap aldık. şişesi korkutmuştu beni. kocamandı. çardağa gidip içmeye başladık. tadı fena değildi. evren'in o lanet olası müzikleri bile şarap olunca etki yapmadı bende. bir süre sonra annem geldi. eskisi gibi kaldıramıyordu alkolü ve yine biraz sarhoş olduğu belliydi. çalan müzik eşliğinde  beni dansa kaldırmak istedi. annemin böyle yersiz istekleri vardı. hayatta dans etmekten nefret ederdim ama anneme anlatamıyordum bunu. feryat ediyordu karşımda. ama tavrımı net koydum.  bu kadar anarşistliğe kalbim dayanmazdı. annemin sarhoş olunca dansa kaldırma hevesi nereden gelio bilmiyorum. onu geçtim böyle  huy mu olur lan ? alkol aldın git bağır,olmadı ağla, çok konuş , az konuş, bayıl ama dansa kaldırmak ne lan. annemi tanıtırken " ya o çok içtiğinde dansa kaldırıyor " mu diyelim insanlara ? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder