30 Temmuz 2012 Pazartesi
Kadınların kendini cinsel obje olarak kabul edip cinsel obje olarak bakanlara karşı olması..
otobüs allah'ın emri. özellikle de öürenci için. hayatmın son 3 yılı 297 otobüsünün içinde geçti. kadınların kendini cinsel obje olarak kabul edip cinsel obje gözüyle bakmalarına karşı çıkıyorsanız size sadece 1 ay halk otobüsü seyahati öneririm canlar. beni daha iyi anlayacaksınız eminim ki.
yine otobüse bindiğim bir gün şans eseri oturmaktaydım. binen bir bayan yolcuyu seyrettim. hafif yaşlı yüzü evlat olsa sevilmeyecek kadar tiksinçti. hareketlerini izledim bir süre. parayı verip gözüyle boş koltuklara bakındı. ama koltuklarda erkekler oturuyordu hemen hepsinde diğerleri de boş değildi. kadını bir can sıkıntısı aldı. çünkü bir erkeğin yanına oturmak demek erkeğin o kadını bayıltması , bayılttıktan sonra tecavüz etmesi demekti. bunu biliyordu. yine de umudunu kaybetmeyip ekşimiş bir suratla arkalara doğru yola çıktı ve en az 10 tane boş koltuk vardı otobüste. sabırla izledim. bir erkeğin yanına oturamıyordu hanım efendi. sonra bir yere oturma kararı aldı ama hayatındaki en zor karardı diyebilirdim. hiç tanımama rağmen bunu yüzünden okurdunuz. erkeğin yanına oturuşu ile moral bozukluğuydu. saçları süpürge çöpü , tipi karidese benzeyen bu kadın erkeğin yanındz oturmadan önce üzerini başını iyice düzeltti. tişörtü aşağıya çekti pamtolonunu yukarı çekti. 5 dakika dolanma 5 dakikada bir erkeğin yanına oturma hazırlanmasıyla nihayet oturabildi yerine. bir süre sonra bir kadının yanı boşalınca kendini can havliyle onun yanına attı.
nedir efendim şimdi bu siz söyleyin. bu ne lan. nedir bu kendini beğenmiş tavır ve her an bana tecavüz edebilirler korkusu. hadi aynayabakmadın onu anladım. insanlara böyle yaparak abaza damgası vurmana sebebiyet veren şey nedir ? neden yaparsınız bunu ?sizler cinsel obje değilsiniz. ve ülkemiz daha şeriatla yönetilmiyor. bir erkeğin yanına oturmayı bu kadar büyütebilecek bir kafa yapısı kendini tamamen cinsel obje olarak kabul etmiş bir kafa yapısı değil de nedir?
bir keresinde de otobüs doluydu ve allah belamı versin ki fren yapıldığı sırada elim oturan kadının omuzuna çarptı. bu olayo tecavüzle eş değer tutan başka bir kadın milleti var mıdır acaba merak ediyorum. kadının yüzü ekşidi üzerini toparladı ve 2 saat sürecek olan üfleme olayına başladı.
bunlar sadece iki örnek. ve sadece otobüste yaşanan örnekler. bir kadının arkasından yürümek zorunda kaldığınızda onun tişörtünü aşağıya çekmesi, iki de bir arkasına bakıp ürkmesi , rahatsız tavırlar sergilemesi veya karşıya geçmesi. bütün bunlara sebep olan şey nedir ? ne yapacağız ulan size. hemen her ortamda erkek gördüğü zaman şekilden şekile girenler erkeklerin hepsine abaza damgası vuruyor. ve sonra da " bizi cinsel obje olarak görüyorlar diyor. sen kendini önce insan olarak kabul et türk kadını ! sen insansın biz de insanız. bir an önce erkekleri aç kurt gibi görmekten vazgeç. kendi varlığını bacak arana değil , beyninle kabul et.
24 Temmuz 2012 Salı
Tanrı Çeşikisi
ilerde de anne veya baba olduğumuzda çocuğumuzun bize kötü sözler söylediğini düşünelim. veya hakaret ettiğini. sizin ona karşı tepkiniz en şiddetli şekilde bir tokat olabilir. belki tokat bile atmazsınız.
çünkü o çocuğun akıl seviyesinin sizden küçük olduğunuzun bilincindesinizdir. şimdi bunu tanrının var olduğunu düşünüp ilahi açıdan bakalım.. siz bir tanrısınız ve her şeyi siz yarattınız. doğayı insanlaı. siz dünyadaki en zeki adamdan bile daha üstünsünüz öyle değil mi ? ancak bir grup çıkıyor ve size inanmadıklarını söylüyor. sizi yoksayıyor. sizin tepkinizin ne olacağını bilemem. ama var olduğunu düşündükleri tanrı bu insanları milyarlarca yıl cehennem ateşinde yakıyor. bizden her şeyiyle üstün olan bir tanrı kendisinden kat kat aşağılarda olan bir insanı dikkate alıp onu yakıyor. bizim bu akılla bile yapmadığımız şeyi kendisi tanrı olarak yapıyor.
o zaman tanrı egoist mi ? hemen her din kitabında tanrının inanmayanları cehennemde yakacağı yazılıp sonrasında affedici olduğu vurgulanıyor. bu nasıl bir çelişkidir ?
Türkiye'de okul faciası..
öğrencilik hayatım 10 senedir devam ediyor. 10 sene insanın okulu tanıması , insanlara nasıl yön verdiğini anlaması için yeterli bir süreç. özellikle de benim için. okulun bir "eğitim" kurumu değil de " ıslahevi " olduğunu liseye geçince anladım ve gözlemlerim devam etti bundan sonra. bu gözlemlerimden sonra şimdi rahatlıkla söyleyebilirim ki insanların bu ortamda üniversiteyi kazanması değil okulunu bitirip hala kendini geliştirecek hırsı kendinde bulması bile başarıdır bana göre.
başarılı bir öğrenci değildim. her " normal " insan gibi. öğretmen diye anılan ancak sadece birer memur olan insanların gözleri ben ve benim gibilerin üzerindeydi devamlı. bu yüzden öğretmenlerden çok azar işittim. işin kötü tarafı sadece azar işitmiş olmamdı. 10 senelik öğrencilik hayatımda beni benim gibi düşünüp , bana tatlı dille bir şeyler kazandırmaya çalışan öğretmen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. diğerlerine de tabii. kullandıkları söz ve özellikle de bize her bakışlarında bizlere insan muamelesi yapmadıklarını çok rahat anlardınız. ilkokulda bir kız çocuğunu sert bir tokatla döven öğretmeni gördükten sonra onların bu " öğretmen " sıfatına layık olamadığını gördüm. türkiye'de ki hocaların en az %80 inin bu şekilde olması işin daha acı tarafı olsa gerek. devlet öğretmelere düşük maaş veriyor diye bunun sıkıntısını bizim çekmemiz kadar saçma bir şey olamazdı. aldığın para , yaşadığın sıkıntı ne olursa olsun gelişim çağındaki bireylere dünya görüşü kazandırma işinin parayla alakalı olmadığını öğrenmesi lazım türk öğretmenlerinin. bütün bunlara karşı hala " biz sizin yaşınızda daha fakirdik" , " biz sizin yaşınızda halı yerdik" , " biz sizin yaşınızda 16 saat çalışırdık" diyip duruyorlar pişkin pişkin. yahu kardeşim anlatamıyorum. barış manço ile büyümüş , türkiye'nin sosyalist zamanlarında amacı olan öğretmenler tarafından eğitim görmüş , kapitalizmin bu kadar sikmediği bir zamanda gençliğini yaşamışsın. kendinle neden kıyaslıyorsun ki bizi ?
ders kitaplarını anlatmaya bile çekiniyorum. ergenlik çağındaki insanların yükselen milliyetçilik hastalığını çok iyi analiz etmişler. dünyada olan biten her güzel şeyi türklere mal edip , zaten eğitim alamayan insanlara milliyetçiliği çok iyi enpoze ediyorlar. neden milliyetçi olduklarını sorgulatmak yerine bu boş kafalara iyice bu hastalığı yayıyorlar. çocuk da kendini hiç bir bok yapmadığı halde bir şey yapmış sanıyor. dünyaya hiç bir görüş , fikir akımı vermeyip bu kadar götü kalkık başka millet var mıdır acaba. okullarımızdaki bu saçma sapan milliyetçilik dayatmaları yüzünden hala hiç bir bok yapmayıp 700 yıl önce kurulan osmanlı ile övünüyoruz. fatih sultan mehmet 22 yaşında karadan deniz yürütüp istanbul'u fethetti diye bizim arka sıradaki osman tribe giriyor anasını satıyım. tamam büyük başarı da kardeşim 600 yıl geçmiş üzerinden ya. çoğu türk insanı çanakalle zaferi veya kurtuluş savaşıyla değil de osmanlı ile övünüyor. neden ? çünkü osmanlı 6 kıtaya hükmetti. neden? çünkü osmanlı en güçlüsüydü. güçsüz insanların güce gitmesi ve o gücü hayatı pahasına savunmasından kaynaklı bu. neden böyleyiz çünkü 8 yaşından 24 yaşına kadar ezik yetiştiriliyoruz. buna " ben madem düşük maaş alıyorum o zaman bu çocuklardan bir bok olmaz " diyen eğitimcilerin çok büyük payı var. sikeyim böyle hayatı lan. bir çocuk bir işi kendisinin yapabileceğine olan inancı eğitim kurumunda yeşermeyeceke nerede yeşerecek. sikerim öyle kurumu. bu çocuklar büyüyünce işte günümüzdeki gibi nuri şahin real madrid'e gittiğinde gururlanıyorlar. real madrid 4 tane türk futbolcu aldı. aldığına da pişman oldu zaten bu yüzden. başarılı olan bir türk , onun başarısıyla gururlanan 70 milyon türk...
tabii ki burda her boku okula atmak saçma ancak konumuz okulla ilgili. diğer konular hakkında söyleyeceklerim de var elbet !
sosyal mesaj verip " haydi hayata gülümseyelim , okulumuzu sevelim ve öğretmenlerimize saygı duyalım " demeyeceğim bu yazının sonunda. hayata da gülmeyin okulu da sevmeyin ve öğretmenliği sadece para kazandığı bir meslek olarak gören öğretmenlere de saygı duymayın. konuşmayın mı dedi ? daha fazla konuşun amına koyim. " konuşarak halletme " devrindeyiz değiliz. gerçek şu ki çivi çiviyi söküyor. kendilerine saygısı bitene kadar devam edin yüzsüzlüğe. çünkü onlar senelerce bunu yaptılar bize.
21 Temmuz 2012 Cumartesi
Lise Hayatı
orta okul hayatım önceki yazılardan da anlaşılacağı üzere bok gibiydi. sosyal yaşantım sıfırdı. okuldan eve gelir gelmez direk bilgisayara otururdum. 8 yılım hemen hemen böyle geçti. okulda kızlar tarafından sallanmamam , hiçbir sosyal yaşantımın olmaması , hocalardan duyduğum korkular bende inceden bir karamsar dönemi başlatmıştı. o günlerde tek hatırladığım kızları etkilemek için yaptığım şaklabanlıklar, derslerden zayıf alırsam ailemin dırdırlarını dinleme korkusu ve bilgisyar oyunlarıydı. ortaokul hayatımda sadece bir kere dersi asma cesaretini göstermiştim ve o günde okulun bahçesinde top oynamıştım. yapacağım başka bir şey yoktu. herşeyden korkuyordum o dönem. bu yüzen nerede olursam olayım tek isteğim bir an önce eve gitmekti.
liselere giriş sınavına çalışmamıştım doğru dürüst. ancak beklenti çok yüksekti benden. ailem ve akrabalarımın benden başarı beklemesi ortaokulda aldığım takdirlerden dolayıydı. bu baskıyı biliyordum ancak yine de çalışmadım. aldığım sonuç içler acısıydı benim için süpriz değildi ama ailede bir yıkım olmuştu. kime kazanamadığımı söylesem yaklaşık bir on dakika şaşırma krizine giriyordu. kazanamadım işte amına koyim olmadı. bir insan darbuka çalıyor diye , espri yapıyor diye sınavı kazanmak zorunda değildi. ancak bunu anlamıyorlardı. ben sonuca hiç şaşırmamıştım ama şaşırıyormuş gibi yaptım. insanlardan gelen öğütleri pür dikkat dinliyormuş gibi yapsam da aklımda boşa geçen bir senenin acısı duruyordu.
yolum yeni açılmış uyduruk bir liseye düştü. lisenin çevresi korkulacak cinstendi. lise sınavlarını kazanamadığım için pişmanlık duyduğum tek neden buydu. çünkü hayatımın 15 yılı karamsarlık ve korku içinde geçmişti nedeninin anlayamadığım bir biçimde. yine de içimde sevinç mutluluk da vardı. çünkü büyükler lise anılarını anlatırken soyunma odasında seks yaptıklarını , müdürü tokatladıklarını, hep okulu astıklarını anlatırlardı. ben de abaza bir genç olarak 4 yıllık lise hayatımda hep seks yapacağımı düşündüm. bu umutla gittim liseye.
lisenin ilk günü okula annem götürmüştü beni. ne kadar asi olursak olalım , liseye başlamış olursak olalım annelerimizin bizi sümkürttüğü gerçeği var. annem okulun içinde beni sümkürttükten sonra sıraya bıraktı. ilk gün kızları görünce gerçekten gözlerim kamaşmıştı. çünkü bir okulun ilk ve son günleri normalde yüzüne bakmadığımız şehnaz, fikriye tarzı kızlar yaptıkları makyajla birer melise, gizeme dönüşüveriyorlardı. ben ise zıplayınca ancak onların diz kapaklarına gelecek kadar kısa boyluydum ve şişmandım. gözümde gözlüğüm vardı. asilik fiziğime hiç yansımamıştı kısacası. lisenin ilk günü tanışma faslı ile geçer ikinci günden itibaren seks yaparım diye düşünüyordum..
ama öyle olmadığını anladım tabii ki. anlatılanların yalan olduğunu anlamam uzun sürmedi. kızlar bırak seks yapmayı yanımdan bile geçmiyordu doğal olarak. lisenin ağır abileriyle takılıyorlardı ve bizlere ilk günkü makyajın bile ıslah edemediği fikriyeler ve şehnazlar kalmıştı. onlar da bana bakmıyordu. lisenin ilk yılı, arkadaşıma şaka yapacağım diye düşünürken gömleğime boşalttığım japon yapıştırıcısı lekesi gibi iğrençti. ancak orta okuldaki o mallığımın kabası biraz olsun gitmiş yavaş yavaş ortama ayak uydurmaya başlamıştım.
lisede farkettiğim en önemli şeylerden birisi öğrencilerin çoğunun buraya birşeyler öğrenmek için değil , annesinin ve babasının çenesinden kurtulmak için gelmiş olmasıydı. okulun ilk döneminde 70 kişi devamsızlıktan kalmıştı. okulun telleri her gün kesiliyordu ve oradan kaçıyordu öğrenciler. okul onu görüp onarsa da ertesi gün tekrar delik açıyorlar ve kaçmak için kuyruk oluyorlardı. lisenin o insanlara işkence gibi gelmesini çok rahat anlayabilirdiniz. kaçarken pantolonun tellere takıldığını önemsemeyecek kadar can havli ile dışarı atıyorlardı kendilerini. ilk senemde bu delikten çıkmak nasip olmamıştı bana..
lisenin ikinci yılı biraz kilo verdim. boyum zıpladığımda bir kızın beline değecek şekilde uzamıştı. çocukluk arkadaşımla aynı sınıfa düşmüştük. o dönemlerde doktorun "panik atak" teşhisi ile verdiği cipralex ilacı benim hayatımın dönüm noktası olmuştu. korkularım almış, hiçbirşeyi kafaya takmaz olmuştum. ve lise hayatım asıl o zaman başlamıştı. arka sırada yaptığımız muhabbetler , hocalarla dalga geçer gibi konuşmalarımız tavan yapmıştı. yavaş yavaş sosyal yaşantım da oluşmaya başlamıştı ve tek amacım eğlenmekti. her dakikası her saniyesi okulda tek amacım eğlenmek ve gülmekti. orta okulda yapamadığım herşeyi burada atmak için kolları sıvadım.
derste kaynatmamız, hocaları ciddiye almamamız bizim ukalalığımızdan kaynaklanmıyordu. öğretmenlerin ve okul denen disiplin koğuşunun bize yaptırdıklarından intikam almanın bir yoluydu bizim için bunlar. çünkü yaşadıkları tecrübe her ne olursa olsun bize insan gibi yaklaşmıyorlardı. tek istedikleri disipline girmemizdi ama genç olduğumuzu unutuyorlardı. sürekli bir bağırış , dayak atma , sinirlenme eğilimindelerdi. bunların sürekli olması bizim de ukala tavrımızı iyice keskinleştiriyordu. biraz da kendimizi ispat etme isteği de vardı. hocaları umursamaz olmuştuk. bu bütün öğrenciler için de böyleydi. öğretmenlik rütbesine sığınmadan bizleri anlama cesareti gösteren öğretmenler çok azdı.
2. yılımda başlayan sosyal aktivitelerim üçüncü senemde tavana vurmuştu. iyice zayıflamıştım ve boyum zıpladığımda bir kızın göğüslerine gelecek kadar olmuştu. varsın olsundu. saçlarıma şekil vermeye başlamıştım. okulda da hafiften ün kazanmış arkadaşlıklar kurmaya başlamıştım. kızlar koluma bile giriyordu lan. oha ! işte hayat bu. senelerin patlamasını bu senede atmıştım.hatta bir kız benimle tanışmak istediğini bile söylemişti. benim gibi 16 seneyi kadınsız geçirmiş birisi olarak bu ancak bir nirvana olabilirdi. okuldan kaçmaya , deliklerin önünde oluşan kuyruğa ben de girmeye başlamıştım. arkadaşlarla okuldan kaçıp internet kafelere gidiyor, alkol alıyordum. sevgililerim de olmaya başlamıştı artık. o hep hayalini kurduğum ortamdaki "sempatik ve yakışıklı çocuk" olma yolundaki basamakları beşer onar çıkıyordum. durduramazdı artık kimse beni.
öğretmenlere karşı artık olayın bokunu çıkarırcasına ukala olmuştuk. sınavdan 12 alan bir arkadaş "tüh yaa ben 20 bekliyordum" diyebiliyordu. veya 2 alan bir arkadaş " hocam 98 puanımı nerden kırdınız yaa" gibi espriler yapabiliyordu. notlarımda çok sosyalleşmişti benim gibi. zayıflardan kafamı kaldıramıyordum ama umrumda değildi. sözlüme 10 verildiğinde not ortalamam yükseldiği için seviniyordum bile. müzik odasındaki darbukayı çalıp tuvalette koridorda alem yapmalarımız paha biçilmezdi. eğlence türü ne kadar kalitesiz olursa olsun bizi eğlendiren aykırı bir iş yapmamızdı. bu da bir intikamdı ve çok mutluyduk.
artık son seneye girmiştik. çok hızlı geçen dönemler sadece hüzün bırakmıştı. bendeki değişimi düşündükçe hayret ediyordum. ama bu dört senede anlamadığım çok noktalar vardı tabii. mesela kızların kendilerini dünyanın merkezinde hissetmeleri , koşar adımlarla sıra halinde tuvalete gitmeleri veya " ben aşka inanmıyorum artık " diyebilecek kadar kendilerini büyük sanmalarına hala anlam veremiyordum. makyaj malzemesinin yanında milli güvenlik kitabı taşıdıklarının farkında değildiler.
bu dört sene beni baştan aşağı değiştirmişti. gerek fiziksel gerek sosyal anlamda olgunlaşmıştım artık. okuldaki öğretmenlerin yarattığı özgüvensiz bir nesili gördükçe içim sıkılıyordu. öğrencilerin bir suçu yoktu aslında. onları sıçıp sokağa salanların hem de öğretmenlerin el birliği ile insanları nasıl boşlaştırdığını çok rahat görebilirdiniz. bütün bunları düşünürken sınıfıma çıkıyordum. koridorda bedava dağıtılan deodorantları yüzlerine sıkan öğrencilerle beraber diğer tarafta bir öğretmenin çocuğu tokatlamasını izledim. işin kötü yanı çocuğun gülerek geri sınıfa girmesiydi. alışmış kudurmuştan beterdir hesabı tekrar içimden lanet okumuştum.
lise artık bitti. mor gömlek ve pembe kravatlı geçen dört yıl bana çok şey kazandırdı. soyunma odasında seks yapamasam da yapmış kadar oldum. orta okuldan sonra lise hayatı tam bir orgazmdı benim için. ..
Misafir Kızın Ergen Çocuk Üzerinde Etkileri
lise bire gidiyordum ve hayatım çok sıradandı. uyku ve okul sonrası kalan zamanın hepsini internette geçiriyordum. cinsel patlamanın dorukta olduğu çağlardı benim için. her gün lisede okulun en güzel kızlarına bakar eve gelince de onlarla ilgili tonlarca hayal kurardım. haddinden fazla hayal kuran bir kişilik olduğum için bu dönemde malzeme sıkıntısı hiç çekmedim. hep onları düşünürdüm ve hayalimdeki tek konu o güzel kızları bir şekilde etkilemekti. normalde hiç bir kızı etkileyememiştim o zamanlar. bu yüzden bunun hayalini kurardım. insan yapamadığı şeylerini hayallerinde yaparak tatmin oluyor. en azından bende öyleydi.
fiziksel olarak berbat bir dönemdi. kısa boyumun yanında kiloluydum. çok kilolu. hemen her erkeğin lisede "toparlak" olduğu bir dönem vardır. benim de bu dönemdi. saçlarımdaki ters çıkma kiloma eşlik ederken hayvan gibi sivilcelerimle adeta göz kamaştırıyordum. bunların yanında araba egzozunu andıran bir sesim vardı. sesim her zaman başıma belaydı zaten. kalındı ve rahatsız edici bir boyuttaydı. özellikle o dönemde sesim karanlık çağını yaşıyordu diyebilirim. arkadaşlardan kısık sesle kopya istediğim zaman bile bana sırtlarını dönerlerdi sesim yüzünden. çünkü hoca hemen bize bakardı. kısacası heemen her anlamda rezil bir durumdaydım.
bir gün çevresi çok geniş olan babam bu yetkiye dayanarak eve misafirin geleceğini söylemişti. misafirin gelmesi demek babam ve annemin beni kullanarak gelen insanlara hava atması demekti. her misafir geldiğinde istisnasız on beş yirmi dakika onlara görünür babamın benim ne kadar mükemmel bir çocuk olmam konusunda vaazını dinler ve odama geçerdim. yine öyle olacaktı eminim. tek istediğim misafirin hemen gelmesi ve bu olayın bitmesiydi. sonra internete geçip mastürbasyonumu yapabilecektim. evde misafir varken bile bu işi yapacak yüzsüzlüğe ve abazalığa sahiptim. ancak çok profesyoneldim ve hiç yakalanmamıştım .
babam hala nedenini anlamadığım bir şekilde misafirler gelmeden onların özelliklerinden bahsederdi. maça çıkacak futbol takımı gibiydik. bazen onların kasetlerini bize izletecek diye korkardım. anneme gerekli bilgileri vermiş ve o bilgilerin bize aktarılmasını rica etmişti. annem de üzerine düşeni yaptı ve bize onlardan bahsetti. ancak bir sözünden sonra şeker hastası olmamama rağmen şeker krizine girmiş , sara hastası olmamama rağmen sara komasına girmiştim.. çünkü annem : "oğlum senin yaşında bir kızları da varmış. o da gelecekmiş. siz onunla takılırsınız" demişti. bu sözü duyduktan sonrasını pek hatırlamıyorum. bir kız gelecekti ve benimle aynı yaştaydı. ama sonra bütün bu krizler komalar geçti bende. çünkü babam sağ olsun hiçbir zaman güzel bir kız getirmemişti misafir olarak. bu da kesin çirkin çıkacaktı. odama gidip masturbasyon yaptım ve hayatıma devam ettim. yine de içimde bir ümit vardı ister istemez : "ya güzel çıkarsa?"
akşam vakti olmuştu. az sonra misafirler gelecekti. babam benim internette oturmama kızdığı için kurulan sofraya yardım ediyormuş gibi yapıp yardım etmiyordum. yaklaşık yarım saat boyunca yardım etmemekten yorulmuştum. odama geçerken kapı çaldı. misafir olmalıydı. içimden tek istediğim bu pislik saatlerin bir an önce geçmesiydi. kapıyı ben açtım. açtıktan sonra yine sara komasına girdim. kan beynime sıçradı. abaza gözlerimde bir ateş yandı. gelen üç kişilik aileden kıble tarafındaki yaşıtım kızı hemen farkettim ve donakaldım. çünkü kız gerçekten bir bebekti. simsiyah giyinmiş ve dağınık topuz yapmıştı saçlarını. hayatta en sevdiğim iki şey. gözleri muhteşem fiziği muhteşem bir kız karşımdaydı. büyülenmiştim. ama ben yine çirkin bir kızın geleceğini tahmin ettiğim için lekeli eşofmanımı giymiştim. hiçbir hazırlık yapmamıştım. anne ve babası ayakkabılarını çıkardıktan sonra en son o kalmıştı ve onu bekliyordum. çünkü ayağındaki ayakkabı sadece bağcıktan yapılmış çöz çöz bitmeyen bir ayakkabıydı. kapıya dayanıp onu seyrederken içimdeki ses "oğlum kıza öyle bakma umursamaz takıl" diyordu. bunun akabinde doğruldum "çöz artık yaa seni beklemek zorunda mıyım" şeklinde bir bakış attım. ama içimde fırtınalar kopuyordu. tam bir asi takılan kızdı. o dönemlerde türk halk müziği dinleyen bir ergen bulamazsınız. türk halk müziği dinlese bile bunu söyleyene rastlamazsınız. ben de hazır ergenim o zamanlar hipop müzik dinliyordum. kirli eşofmanımın üstünde siyah asi bir tişört vardı. onun giyinişinden makyajından rock dinleyen biri olduğunu hemen anlamıştım.
içeri girince tanışma faslında ismini öğrendim. çok cici bir kız olduğu belliydi ama benim gibi bir meşeyi görünce morali bozulmuş gibiydi. belki de o dönemin bana verdiği özgüvensizlik beni öyle
sandırıyordu bilemiyordum. tek gerçek vardı ki kız güzeldi. oturduk az biraz sohbete başladık.konuşkan biriydi. ben de eşlik ettim ona. ikimiz de asi gibi görünüp asi gibi konuşuyorduk. yemek sofrasında annem bana sürekli "oğlum yesene niye yemiyorsun hep yer normalde biliyor musunuz yesene oğlum" gibi sözler söylüyordu. ben de utanmıştım. sanki kilom bunu belli etmiyormuş gibi. fazla yemek yemedim. o da yemedi. onun yememesi doğaldı. nasıl yesin? neresine yesin? o bir kadındı. ben ise yağlı suratımla yeni bitmiş bir resim tablosunu andırıyordum. gerilmiştim ama belli etmemeye çalışıyordum. o da sürekli muhabbet açıyordu ve ben de eşlik ediyordum ona. babamın normalde beni övmesi gerekiyordu. belki övmüştü de. ama hatırlamıyordum bunları. bütün konsantrem kızdaydı ve lekeli eşofmanımı kapatmaya uğraşıyordum.
yemek faslı bittikten sonra iki aile tuzluk gibi ortada kalmıştık. kısa bir sessizlikten sonra annem sağolsun "oğlum sen x ile odaya geç istiyosan" dedi. (hala utandığım için ona x demek istiyorum bağışlayın beni ) her zaman sinir olduğum bu söz öbeği bu sefer beni mutluluktan havaya uçurmuştu. ama yabani gibi atlamamak gerekiyordu. her gün binlerce kızla takılmamama rağmen binlerce kızla takılıyormuş gibi yaptım ve isteksiz bir şekilde "öyle yapalım o zaman" dedim. odaya geçtik ama ne yapacaktık. bilgisayara oturduk. bana bazı metal şarkılar açtı. hayatta sevmediğim bir müzik türüydü o zamanlar. ama seviyormuş gibi yaptım. durmadan konuşuyorduk ama. hayatta en iyi olduğum özellik ağzmın laf yapmasıydı. bir süre sonra onu kaldırmıştım bilgisayardan. ben oturdum. bu hareketimle nasıl bir kalas olduğumu tescil ettirmiştim cümle aleme. o yanımda oturuyor ben ise internette takılıyordum. internet söz konusu olunca babamı bile kaldırırdım. yaklaşık yarım saat boyunca yanımda durdu ve ben internetle uğraştım. bir ara babası kapıyı açtı. beni internette kızını da yanımda görünce "kalk da biraz kız otursun nasıl adamsın" şeklinde baktı. ben de "sen işine bak amına koyim" şeklinde baktım. kısa bakışmadan sonra kapıyı kapattı ve yine yalnız kalmıştık. süpriz bir şekilde inceliğim tuttu ve kıza dönüp "ya istiyorsan otur bilgisayara" dedim isteksizce. o da kabul etmedi. devam ettim.
bu kızın bana karşı ilk satışını abim odaya gelince yaşadım. bizi bu halde görünce "musti kalk da biraz x otursun abi yaa" dedi gülümseyerek. ama ben rahattım. istemiyordu kız zorlamayın işte. hemen kıza dönüp "gerekli cevabı verir misin tatlım" şeklinde baktım. ancak kız "evet ya oturayım" dedi. şok olmuştum. kilolu,kısa boylu, odun kişiliğimin yanına "misafiri bilgisayardan zor kullanarak kaldıran adam" imajı da eklenmişti. şaşkın şaşkın kalktım. "sen demedin mi ? istemiyorum demedin mi?" diye çıkışmak istedim. ama nasıl yapardım ki bu güzelliğe. sustum çaresiz. bilgisayarda dolaşırken hep onu süzdüm. bilgisayar faresi bir insanın eline bu kadar mı yakışır? bilgisayarın göze yansıması bu kadar mı çekici olurdu.. bilgisayara oturduktan sonra bana bakmamaya başlamıştı. benim de ümidim kalmamıştı zaten son hayvanlığımdan ötürü. bu sırada annem günün ikinci bombasını patlattı. odaya girdi ve "keyifler nasıl çocuklar" dedi. sonra da o muhteşem kelimeler döküldü ağzından "musti numaranızı birbirinize verin istiyosanız koparmayın bağlarınızı." annemin en sevmediğim cümleleri yine mutluluk nedenim olmuştu. 15 minareli camii yapsa ancak bu kadar hayır duası alabilirdi. telefonumu verdim. facebook adresini aldım. iletişimi koparmamak adına kan grubunu bile isteyebilirdim. sonra odadan çıktı annem.
nesli tükenmekte olan iki hayvanın çiftleşmesini sağlamak ister gibi bizi odada sürekli yalnız bırakıyorlardı ve arada kontrol ediyorlardı. bi ara gerçekten işkillendim. hiç böyle olmazdı çünkü. bize bakıp içeride konuşuyorlardı sürekli. acaba ne diyorlardı ? kızın annesi gülerek "sizin çocukta bir numara yok şekerim " mi diyordu? bu sorulara kafa yormuştum. bunları düşündüğüm sırada artık gitme vakitlerinin geldiğini anladım. kızı çağırdılar. bir futbol maçının ilk yarısına eş değer bir sürede bağcıklarını bağladı. ve gitti. gitti.. kalbimde bir kasırga bırakıp, beynimin içinde bir fare bırakıp gitmişti. vay canına ne güzel kızdı. iletişimi koparmama adına her yolu denedim ancak sonuç alamadım bir süre ondan. sadece hayallerimi meşgul etmekle kalmıştı..
Kreş Aşkım
yaşım daha 5-6 civarlarında olmasına rağmen dün gibi hatırlarım efendim o bayanı. yoktu böyle bir şey. aşıktım. onun için sürekli babama "baba bi bankaya götürsene" diye ısrar ederdim. o derece yani. onun kucağında olduğum dakikalar hayatımın en güzel dakikalarıydı. ama nerden bilirdim ki bu aşkın sonunda kahpe feleğin bana tokatı indireceğini. neren bilirdim müslüm gürses'ten "nerden sevdim o zalimi" şarkısını bana söyleteceğini..
kereşe gidiyordum o sıralar. babam çevrenin beni kötü etkileyeceğini düşünüp kreşe yollamayı uygun görmüştü. üzerinize afiyet bir şekerim ki sormayın gitsin.o yaşlarda bile jöle kullanmaya başlamıştım. saçlarımı yana tarardım. afacandım falan filan. baya tatlıydım yani . kreşe giden servis babamın çalıştığı bankadan alıyordu beni ve ben ilk başta babamın bankasına gider orada bir iki saat vakit geçirirdim. genelde babamın işyerindeki bayan arkadaşlarının ilgi odağıydım. şimdi ki kızlara düşkünlüğüm de oradan gelir. düşünsenize 1 saat boyunca 56 tane kadının sevgi seline tabii tutuluyorsunuz. ben de bu durumdan mutluydum her sağlıklı erkek gibi. babamın yanında görür görmez beni alırlardı ve durmadan bayanların yanına götürürlerdi elden ele. dolmuş gibi. bankayı tavaf ettikten sonra babam gelir ve kreşe giderdim. o hanımlar nedense bana hep cinsel şaka yaparlardı. nedenini hala çözebilmiş değilim. böyle gereksiz bir tavır içindeydiler. anlamaya çalışırdım ben de ama anlayamazdım yani..
yine uyandım bir hazan sabahına. içimde yine bayanlarla oynaşacak olmanın sevinci var. saçımda jöle yana taralı. gittim. işte yine omuzlardayım.. yanaklarımda ruj lekeri üzerime sinen kadın parfümleri ile bir pezevenk gibiydim. eğleniyordum ki tam o sırada kapı açıldı. elinde dosyalarla bir hanımefendi girdi içeri. sadece içeri mi girdi ? hayır. kalbime de girdi. kalbime.. benimle oynayanların aksine üzerinde hemen hemen hiç makyaj yapmamış. saçları dağınık.. ama öyle bir özgüveni vardı ki. işte şimdi ki kızların da sorunu o aslında. "özgüven". inanılmaz bir özgüveni vardı. farklıydı o. diğerleri gibi ııııııiiiiiiiiiaaaaaaa diye sesler çıkararak yanaklarımı sıkmadı. baktı güldü ve geçti gitti. perde indi sanırım o anda gözüme. diğerlerinin alayını silip sadece onu düşünmeye başlamıştım.. çok etkilemişti beni.
sonra gel zaman git zaman muhteşem cazibeme o da dayanamadı tabii. tanıştık elleştik üzerinize afiyet. inanılmazdı. baya sevdi sanırım beni ki her geldiğimde o da yanıma gelirdi. kucağına oturturdu sırnaşırdı. ama o ne güzel afetti. makyajı hiçbir zaman abartmaz kendine fazla dikkat etmez çok anarşist bir kişilikti. o yaşta hatırlayabildiğim ender dişi katrakterlerden birisi o muhteşem kadın. bankaya sadece onun için gider olmuştum. babam da bu durumun farkına vararak beni hep ona teslim ederdi. vurulmuştum. günden güne aşkım artmıştı o kadına. bazen babamın bankasında yemek olur beni de çağırırdı. "o bayan da geliyor musti" demesi yeterliydi benim için. hemen 4 kiloluk jölemi çıkarır saçlarımı tarar takılırıdm babamın peşine.
yine böyle bir şeyden bahsetti babam. "gel oğlum o bayan da var eğlenirsiniz" dedi. daha lafını tamamlayamadan ben saçıma jöle sürmeye başlamıştım bile. yana taradım parfüm sıktım ki baba parfümü. babam kadar parfümü de ağır yok böyle bir koku. boca ettim üzerime. hiçbiri umrumda olmadan takıldım babamın peşine. gittik bir eve. içeride yine ağır makyaj kokuları , kafama çivi çakıyorlarmış gibi gelen topuklu ayakkabı sesleri. hayatımda hiç sevmem topuklu ayakkabı sesini. bunun nedeni de o bankadaki bayanlardır. "onu" aradı gözlerim. işte bir kapıdan girdik ve karşımda. yanında da bir tane erkek var. "bırak lan kızı it" diye bağırasım gelmişti ama sustum. erkek te yanından gitti zaten. yine beni kucağına aldı. nedensiz bir üzgünlük vardı içimde. ortam öyleydi yani. garip bir şekilde bu sefer normalinden fazla makyaj yapmıştı. tuhaf giden birşeyler vardı. ama anlayabilmiş değildim.
sonra öğrendim ki bu üzüntünün sebebi "onun " kına gecesi olmasıymış.nerden bilirdim ki bu kadar makyajın evleneceği erkeğe güzel görünmesi için yaptığını. beynimden vurulmuşa döndüm. bu acı haberi babam eve dönerken yolda söyledi.çok üzülmüştüm. müslüm gürses'in "nerden sevdim o zalimi" şarkısına veresim vardı kendimi. o günden sonra o hanımı bir daha hiç görmedim. ne bankada ne de babamın çağırdığı o banka yemeklerinde.. tek hatıra kına gecesinde çekildiğimiz fotoğraf kaldı. ne olur çıkıp şaka deseydin. ne güzel kızdın sen bee..
Şiir Yarışmasında 1. olmak
6. sınıfa gidiyordum. insanların beni öve öve bitiremediği , "araba motoru mu lazım ? musti yapar ya" dediği dönemler. götüm tavan yapmış ama kız konusunda bir özgüvensizlik hakim üzerimde. kafam o kadar küçük ki "mucize bebek 2 cm dünyaya geldi" haberindeki bebek kafası gibi. çok küçük. o da küçük yani senin güzel hatırına. normalde kafa yok o kadar. saçlarım kıvırcık yana taralı saçımda eşşek kadar ters çıkma var. arada sırada saçlarımı dikip imaj değiştirmye çalışsamda 2 santim kafa 15 santim saç kombinasyonu hoş durmuyor.
boyumun daha metreyle yeni tanıştığı dönemler.
her neyse şiirler, hikayeler yazdığım için aile tarafından "yazar musti " olarak nam saldım. götüm edebi anlamda kalkmıştı. sonra okulda şiir yarışmasının düzenleneceği haberi okulda duyuruldu. sınıfa çocuk geldi isim yazdırmak için. "aaa musti yazar ya musti'yi yaz yazsın değil mi arkadaşlar..." diye ön sıradan biri atlamıştı.
"evet evet musti gururumuz.."
"evet bence de musti yazmalı.."
..
arka sıralardan da yükselen :
"boyu kısa ama aklı büyük zaaa.."
"gatılsın tabii orhan pamuk gibi adam zaa.."
sesleri sınıfı bir şölen havasına sokmuştu bile. düğünüm yapılıyor da beni dansa kaldırmak istiyorlarmış gibi bir hal vardı. kendimi oyun havasına atarmış gibi , halaya atarmış gibi attım çocuğun önüne.."tamam ya katılıyorum" dedim. yazdırdım ismimi alkışlarla..
ulan dedik de neye göre dedik ? konuyu tam hatırlamıyorum ama milliyetçi bir konuydu. yazıcı çocuk gittikten sonra elime kağıt aldım ve gömüldüm. çünkü ben "yazar musti'ydim" rahatsız etmemeliydi gürültü beni, ağlatmalıydım sayfayı. böyle yaparak kızların ilgisini çekmek istiyordum. cumhuriyet bayramı şiiri yazarken kız tavlamaya çalışan bir insandım. çaresizliği sen düşün. madem tipimle tavlayamıyorum bari edebi karakterimle vereyim. zaten 13 yaşındaki kızlarda ne çok sever edebi çocuğu..
eve gittim neyse. aklıma bir şey gelmiyor. yazamıyorum . terliyorum. anneme gittim son çare olarak. naçar anam yine yaptı yapacağını. öyleydi böyleydi derken anneme şiiri yazdırmayı başardım. o kadar coşkulu bir şiirdi ki okuduktan sonra "verin" dedim. "bana silah verin.. cepheye koşayım.." verdim şiiri geldim pek ümitli değildim.
birkaç gün sonra andımız sırasındayken "müdür yardımcısı seni çağırıyor musti" dediler. titreye titreye gittim yanına.
"mustAFAAA DEMİRÜYÜREEEAAAAK sen misin" diye kükredi. altıma sıçtım.
" benim" dedim. "aferin yavrum şiir yarışmasında birinci oldun" dedi. insanın korkudan altına sıçarken aynı zamanda mutluluktan uçması çok tuhaf bir deneyim. sınıfa davos fatihi musti olarak girmiştim. sağ elim kalbimde sol elimle halkı selamlarken bir gözüm de kızlardaydı "bakın şiir yarışmasında 1. oldum yine mi yüz vermeyeceksiniz"şeklinde baktım. onlarda " bi siktir git musti" şeklinde baktılar..
ödül töreni için 23 nisan'da kürsüye çıkacaktım. annem şiiri okutma ihtimaline karşı şiiri ezberletti. duygulu okumak için her şeye dikkat etmiştim. çok güzeldi. törene giderken şiiri ezberliyordum. gittik törene. halk oyunları şiirler konuşmalar çok çok uzun sürdü. zaten 50-60 kişi vardı törende. bekle allah bekle. annem ve babamla gelmiştim. ve sıramız geldi..
dünyanın en kısa ödül verme işlemi rekoru kırıldı o gün. 30 saniye bilemedin 40 saniye. o da sana 40. senin güzel hatrın için yani.. "şiir yarışmasında birinci olan ..." falan diye okudu kürsüdeki kız ama ben bile anlayamadım ne dediğini. boyumun da santimlerde olması nedeniyle kürsüye gelişim fazla hissedilmedi zaten bir benim ailem alkışlıyordu deli gibi. adam ödülü vermedi fırlattı lan bildiğin. bari bi boyama kitabı hediye etseydiniz. sadece teşekkür belgesi vermişlerdi.
indim kürsüden. annemle babam baktım direkt. ben böyle alkışlama sevinç görmedim lan. "asker gidecek geri gelecek" sesleri bile duyardım az kalsın annem öylesine mutluydu. onu görünce ben de mutlu oluyormuş gibi yaptım çünkü değildim. kız yoktu zira. kız istiyordum ben. "ah musti demek 1. oldun haydi evlenelim" diyen bir kızın hayalini kura kura eve gittim. sonra okulda sonuç yine sıfır. yine "musti siktir git" bakışları...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)